Kayıtlar

Ocak, 2015 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

NUN VINTAGE COFFEE & DENİZ HANIMEFENDİ!

Resim
Evvel zaman içinde kalbur saman içinde İstanbul'un Moda mahallesinde bir Deniz hanımefendi yaşarmış. Bu Deniz hanımefendi o kadar güzel o kadar naifmiş  ki Allah esirgesin(miş)! Akıllara ziyanmış! Elemtere fiş kem gözlere şiş(miş)! :) Neşeli, bıcır bıcırmış. Yeter mi? Yetmezmiş! Üstüne üstülük  çok yetenekli, çok yaratıcı bir o kadar güler yüzlü ve misafirpervermiş. Çok güzel kurabiyeler mi yapmıyormuş mesela; egzotik bir adadaymışsın hissini veren aromalı kahveler mi...Sen aslında "aklımda türk kahvesi vardı ama; şimdi kafam karıştı" diyormuşsun, o da sana "tamamdır, onu beğenmezsen türk kahven benden, üstüne onu da yaparım" diyormuş. Nasıl yani? Alice Harikalar Diyarında mıyım ne!? Tamam başa sarıyorum. Hikayemiz şöyle başlıyor aslında. Günlerden Cuma. Canım İstanbul'um yine güneşli. Evde Hatun'umla (köpeğim) güle oynaşa vakit geçiriyoruz. Ben onu öpe öpe maymuna çeviriyorum. "Bana bak! şu ağzının kenarı var ya, hastayım bak ona, bi gü

GRANDMA: NE DİYOSUN KALBİMİ FETHEDİYOSUN!

Resim
Her zaman olmaz tabi; ama arada böyle güzellikler yapacağım sana! Hadi gene iyisin. Bu kıyağımı da unutma! Galiba "işin içinde iş var" diye buna diyorlar. Demiyorlarsa da sen bunu biraz öyle anla. Zira kendimce çok mühim bir işim vardı o gün. Bir yeri arıyordum ki, Grandma'yı gördüm. E vaktim de vardı biraz. Hemen çömdüm. :) Bir türk kahvesi söyledim kendime, değmeyin keyfime. Tam o sırada olan oldu işte, kafamı içeri doğru çevirmemle o minik şişeleri görür görmez yerimden fırlamam bir oldu. E malumunuz "şehvet" bu. İçinde durduğu gibi durur mu? Evet! Benim tatlıya zaafımı ancak bu kelime açıklar. Ne diyordu Ezel Akay? Hemen hatırlayalım. "Ye demeli o sana! Bak dememeli. Bana çatal ucuyla batır, bana kaşıkla dal!" İşte aynı bunun gibi. İçimdeki "en ilkel Oya!" su yüzüne çıkıyor böyle zamanlarda. Dalmak istiyorum hepsine anasını satayım. Belki hayatımın aşkı o sırada yanımdan geçecek, benden tiksinecek! Kim takar??? :) Yani ben takarım gen

İNSANIN SENİN BİR PARÇAN OLASI GELİYOR!

Resim
Bu sözü bana bir erkeğin söylemiş olmasını isterdim. Alah razı olsun gerçi hepsinden, onlardan da zaman zaman hatırı sayılır iltifatlar işittim. (Hayatıma girenlerin ettikleri sözleri saymıyoruz tabi. Onlar sayılmaz. Orda torpil var.) Ve fakat, böylesi...Zor. Belki de kadın inceliği lazım böylesini yapabilmek için diyeceğim ama; o da 'pozitif" de olsa  ayrımcılığa girecek. Yok öyle demeyelim. Onun yerine sadece "ince bir ruh" lazım diyelim gene biz.  Bunu bana söyleyen kadının ruhu öyle işte. İnce!... Üstelik hayatımda yüzünü hiç görmediğim bir insan. Sadece fotoğraflardan ve yazdıklarımızdan tanıyoruz birbirimizi. Bunu da şunun için söylüyorum. "Hamil yakiiiinimdiiirr ustaaa!" durumumuz yok. Asla ve kat-a!  Tamamen gönül bağı bu. Bir insana kendini gerçekten özel hissettirmek zor zanaat arkadaş. "Güzel" diyebilirsin. İyi de neye göre kime göre? Seksi diyebilirsin. Başkası gelir "erkek olsam çüküm kalkmaz yemin ederim" der. Oturursun

AKLIMI BAŞIMDAN ALAN KİTAPÇI: MİNOA CAFE & BOOKSTORE

Resim
Aynen Cem Yılmaz'ın kadınların periyodik dönemlerini anlatırken ifade ettiği gibi "hallerim" var benim. Ama sadece o dönemlerde olmuyor bu. Takvimlerden bağımsız olarak,  hatta bazen aynı gün içinde gidip gidip geliyorum oralara. Kendi kendime halleniyorum işte. Durduk yere canım sıkılıyor, biri sanki elinde bir tornavidayla ruhumun içini oyuyor, ordan da artık duygu dünyama ait ne kadar iç karartıcı şey varsa, bulup su yüzüne çıkartıyor. Sonra da sanki hepsi "yeni hayal kırıklığı, yeni can sıkıntısı, yeni bilmem ne" gibi salıyor üstüme. İşin yoksa uğraş dur.  Kişelemem lazım. Ama nasıl? İşte benim "sürtüklüğüm" oradan geliyor. Gezmeyi, yeni yerler görmeyi, yeni bir şey "keşfetmeyi" bu kadar sevmem bundan. İyileşiyorum...Sokaklar, yeni kitaplar, yeni mekanlar, yeni bir dünyanın eşiği gibi geliyor bana. Ordan adımımı atınca,  sadece o zaman zarfı için bile olsa (ki değil, etkisi bir müddet götürüyor insanı) unutuyorum her şeyi. Hoş buna da Ş

MEHMET Y.YILMAZ: HAYATIMIN EN MUTLU GÜNÜNÜ BİLİYORUM!

Resim
Sizde nasıl oluyor bilmiyorum. Bir şeyi çok istemek bende tuhaf etkiler yaratıyor. Olmadık rüyalar görüyorum.  Ruhum bir çeşit astral seyahatlere çıkıyor. Gerçeği olana kadar o "şeyi" ben aslında defalarca deneyimliyorum sanki. Bazılarında başarılı oluyorum, bazıları olmuyor tabi. Mehmet Y.Yılmaz'la röportaj yapmak çook istediğim bir şeydi. O düşünceyle yatıp o düşünceyle kalkıyordum. Hani Gündoğarken'in o güzel şarkısındaki gibi,  "Bambaşka bir şeyi düşünürken aklımdasın" hali. Bir hedefe kitlenince aynen öyle oluyorum ben işte. Kitap okurken, en yakın arkadaşımla telefonda konuşurken, köpeğimi gezdirirken, birine kızarken, ötekine  gülerken aklımın bir tarafı hep "orada" oluyor. Soruların yerlerini değiştiriyorum kafamda.Cevaplarını hayal ediyorum..."şöyle derse şunu  da sorarım" diyorum. Hadi oradan! :) Ne mümkün! Hemen her şeyde olduğu gibi gerçeği hayal ettiğin gibi olmuyor tabi. Kalbin bilmem kaça depar yapmış gidiyorken neyi ne

THE AWAY DAYS : EN ÇOK KENDİMİZE YAKINIZ EN ÇOK KENDİMİZDEN UZAĞIZ!

Resim
The Away Days. Tabiri caizse nevi şahsına münhasır bir müzik grubu. Bende yarattıkları genel intiba bu.  Bunu da ne sadece ingilizce söylüyor olmaları, ne de  yaptıkları müziğin tarzıyla açıklamak mümkün değil bence. Hepsinin etkisi olduğu kesin ama asıl marifetleri kendilerinde var olan her şeyi çok güzel bir birçimde biraraya getirmiş olmaları. Hani o meşhur özlü sözdeki gibi biraz. "Neye sahip olduğun değil, onunla ne yaptığın önemlidir!" denir ya. Biraz öyle...Biraz da şöyle bence, özellikle son birkaç yıl içinde naçizane kendi ölçeğimle başarılı bulduğum insanlara bakıyorum. Hepsi "içinden geleni" yapıyor. Beklentiler üzerinden bir format yok hiçbirinin üzerinde. Biçilen bir elbiseyi değil, içinde rahat ettikleri "şeyi" giyiniyorlar. O zaman da ortaya sahiden "cümbüş" gibi bir manzara çıkıyor. Bir de, şimdi çok komk bir şey söyleyeceğim ama; ben onları ilk keşfettiğim zaman,  çekirdek yemeye başlamış gibi hissettim kendimi. Bilenler zaten

Ben'i arıyorsan önce başucuna bak!

Resim
Bütün evi delik deşik ettikten sonra aradığım o fotoğrafı, yatak odasında, başucumdaki çekmecede bulmuştum. Eski manitamın babasının bir fotoğrafıydı. 1974 yılında çekilmiş, siyah beyaz bir fotoğraf. Arkasında sevdiği kadına yazılmış bir not vardı. Şöyle diyordu "Bekle diyemiyorum; ama geleceğim..." Beklememiş...Beklemediği gibi bir gün o fotoğrafı postayla geri göndermiş.  Zaman mekan meselesi işte. O fotoğraf döndü dolaştı, babadan oğula oradan da bana ulaştı. Kaybettiğimi sandığımda ödüm kopmuştu. Çok kırılacak, önemsemediğimi düşünecek diye üç buçuk attım. Kıymetini anlamamak için eşşek olmak lazımdı. Ben de "eşşek olmak" istemiyordum. Her yeri aradım...ıncık cıncık ne varsa her şeyin içini boşalttım. Yok. Sonra bir gün, her ne hikmetse hep olduğu üzere, bambaşka bir şeyi ararken başucumdaki çekmede, bir kitabın arasında buldum.  Bir heyecanla zat-ı muhterem'i aradım. Tam bir geri zekalı gibi "Buldum!" dedim. Konuya hakim olmayan bir insanın bu