Kayıtlar

GÜZELSEN GÜZELSİN YOK MU BENZERİN?

Resim
Emre Aydın, bir röportajında "Çok yakınını kaybetmenin acısını yaşamamış herkes, aşk acısını bir şey zanneder, oysa insanoğlunun yaşayabileceği en tırıvırı acıların başında gelir aşk acısı" demişti. Bu şekilde acıları yarıştırmaya gerek var mıydı diye geçirmiştim içimden. Beren Saat'e "Hiç aşk acısı çektiniz mi?" diye sorduklarında "İlkokuldan beri belli periyotlarla çekiyorum" demişti. :) İlkokul sıralarında neden bilinmez hep sınıfın en çalışkan çocuklarına yeşillendiğim zamanları saymazsak ilk aşkım lisede başladı ve dört yıl sürdü. Haliyle ilk aşk acısını da onunla yaşadım. O dört yılın içinde, ilişkiyi belki de sevmeyi bir çeşit oyun zannettiğimden her canım sıkıldığında "Küstüm oynamıyorum" moduna geçiyor, Deniz'i terk ediyordum. Barışmak için attığı taklalar, girdiği boyalar mı hoşuma gidiyordu bilmiyorum. En küçük şeyde, kaşının üzerinde gözün var deyip arkamı dönüyordum. Ama eni sonu ne oluyorsa oluyor, bir şekilde birbirimi

Gidiyorum buralardan tüm rüzgarlar senin olsun

Resim
Mehmet Yılmaz'a özendim... T24'te gayet politik bir yazısının başlığına şöyle yazmıştı: Hadi gir ruhuma sar beni :) O yüzden yazdıklarımla başlık arasında bir bağlantı kuramayanlar olursa, onlar için ön açıklama yapma ihtiyacı hissettim. Oluyor öyle... :) Bezen olur. Burası benim evim(di). Kalem sevgilim(di)... Böyle anlatmıştım duygularımı bloguma yazdığım ilk yazıda. Ne zaman neyden kaçıp uzaklaşmak istesem hep buraya sığındım. Sonra işte hayat... Son iki yıldır neredeyse bir iki yazı yazmışım. İlginç di mi? Afyonumu kim bilir nerede nasıl patlattım? Buraya boşalmadıysam onları nereye akıttım? İçimde birikip birikip kendi kendine patladı çoğu muhtemelen. Muhtemelen değil, öyle. Aptallık işte. İnsan o kadar zehri neden tutar içinde? Bu konuda iyiyim ilginç bir şekilde. Her şeyi tutarım ben. Bin saat çişimi tutarım mesela. Hüngür hüngür ağlayasım vardır gözyaşımı tutarım. Marifet değil tabii. Durum tespiti sadece. Artık bırakacağım... Özgürlük duygusuna methiyeler yazm

Babasına bile güvenmeyene ben hiç güvenmem

Resim
Sürekli bir gözü arkada olanın kendisi tekinsizdir çünkü. Biri size, "Babama bile güvenmem" diyorsa arkanıza bakmadan uzaklaşın o insandan. Bir de bunun, "Babana bile güvenme" diye nasihat buyuranı var ki daha beter. Sen güvenme canım kardeşim de bizden sana ne!? Önüne gelenden 'kazık' yediğinden şikayet ediyorsa, hayatına giren herkesin onu aldattığını iddia ediyorsa, hemcinsleriyle kolay kolay arkadaşlık kuramıyor ve bunu bir övünme sebebi olarak kullanıyorsa, hep derbeder, hep "yazık bana" muhabbeti çekiyorsa... Kaçın o insandan. Kendi kapısını sıkı sıkı kilitleyenler başkalarının kapılarının ardını en çok merak edenler emin olun. İnsanın karşısındakine en kolay kondurduğu şey en çok kendinde vardır çünkü. Nasıl ki aynada hep kendini görüyorsan, karşına da hep kendindekini yüklüyorsun. Birine ikinci bir şahıs hakkında kötü bir şeyler anlattığınızda bir türlü inanamıyorsa o insana yaslayın işte sırtınızı. Çünkü kimse kendi yapamayacağı ya

Sabır neydi?

Resim
Yaklaşık iki buçuk ay önce bir sabah koşma sevdasıyla uyandım. Rüya görmüş gibi... Blogumu düzenli okuyanlar Hatun'umun da hayatıma böyle girdiğini hatırlar. Bir gün önce bir köpek sahibi olma fikri aklımın ucundan geçmiyordu. Geçiyorsa da benden habersiz geçiyordu. Bilinçli olarak bir kere üzerine düşünmedim. Ama bir şey oldu ve bir sabah, "Bir köpek besleyip büyütmek istiyorum" diyerek uyandım. O günle Hatun'un hayatıma girip merkezine oturması arasında en fazla bir hafta geçmişti. Benim artık bir bebeğim, bir yol arkadaşım vardı. Sonra mütemmim cüz'üm (ayrılmaz parçam) oldu. Şunu farkettim: hayatıma bir anda, gökten zembille iner gibi giren şeyler bana hep iyi geliyor... Bir sürü şey öğretiyor, bir sürü yeni kapı aralıyor... Yapsam mı yapmasam mı, şöyle mi olsa, böyle mi olsa diye düşünmeye bir başlarsan o şey ya hiç olmuyor, oluyorsa da arada geçen zaman resmen ziyan oluyor... O yüzden küt diye atladığım denizleri seviyorum... Bilenler bilir, küt diye, "

La La Land: Nikahına beni çağır sevgilim

Resim
İki gün önce ev arkadaşım, "Oya bugün La La Land'ı izleyeceğim. Nasıl?" dedi. "Sen bir izle, sonra konuşalım bebeğim" dedim. İzlemiş, geldi, "Oyaa! Bayıldıııımmm" dedi. "Sen de mi Brütüs?" dedim. Gelen cevap şu, "Ama ben zaten müzikali çok severim". Farkında mısınız bilmiyorum ama filmi izleyip de çok sevenlerin yüzde 80'inin açıklaması bu : Ben zaten müzikali çok severim. İyi, hoş, güzel de canlarım benim, film izlemeyi sevmek herhangi bir filmi sevmek için nasıl tek başına geçerli bir sebep olamıyorsa müzikal sever olmak da herhangi bir müzikali sevmek için tek başına geçerli bir açıklama olamaz. Özellikle sosyal medyada sevenlerin film hakkında yazdığı iki şeyden biri de şu: Duygusu o kadar güzel ki... Allah aşkına hangi duygu o? Filmin duygusu ağır arabesk resmen. Hayallerinin ve ideallerinin peşinden gittiğinde aşkı ıskalarsın mesajının verdiği duygu mu güzel olan? Ryan Gosling'in, kendi mekanında keyifli keyifli piy

Sevgilim onlar doğaya düşman

Resim
Konuya biraz felaket tellalı gibi gireceğim ama zaten Sağır Sultan'ın bile duyduğunu farz etmek istiyorum; Belgrad Ormanı, Maçka Parkı ve hatta çok da uzun olmayan bir vadede Üsküdar Sahili için tasarlanan hain planları... Hani önümüze geleninin 'vatan haini' diye gözünü oymak istiyoruz ya şu günlerde. Buyurun, "Vatan hainliği öyle olmaz, böyle olur, göz öyle oyulmaz böyle oyulur" diyor açıktan birileri. 'Tehlikenin farkında mısınız?' Ya da ne kadar farkındasınız? Biliyorum, yaşam kalitesinden tek anladıkları gideceği yere en kolay ve en hızlı şekilde ulaşmak olan birilerine yeşilden, doğadan, nefes almaktan söz etmek biraz komik kaçıyor ama ben yine de deneyeceğim şansımı.  Bir yılı aşkın bir süredir Üsküdar'da yaşıyorum. Yerlisi olarak bir tavsiyem var: Hafta sonu geldi mi, sahil boyunca oluşan o izbe kalabalığı bir an için sil hafızandan. Fırsatın varsa hafta içi, erken saatlerde hiç olmadı 10 dakikalık bir yürüyüş için düş yola. Ya da bir ya

İKİMİZDEN BİRİ ÖLMEDİĞİ SÜRECE...

Resim
Babamın bir deyimi vardır, kafası çok dağınık olduğu zaman şöyle der, "Kafam at alıp eşek satıyor". :) Bu ara biraz öyleyim. Aklım da ruhum da bi dünya. Her yer her yerde. Neyi nereye koyduğumu bilmiyorum. Bulamadığımı nerede aramam gerektiğini de... Hayatım boyunca siyasetle çok haşır neşir olmadım ama hiçbir zaman apolitik de olamadım. Yine babamın sayesinde. Her gün mutlaka gazete okumayı ve o gazetenin ıncık cıncık her yerini okumayı babam öğretti bana. Kasten değil ama, görerek öğrenme diyelim. Her (şanslı) kız çocuğu gibi ben de babama hayrandım. O ne yapıyorsa aynısını taklit ediyordum. Karakterim bu kadar benzemeseydi belki daha mutlu bir insan olurdum o ayrı. Etkilenme eşiği yüksektir babamın. İyiliklerden de kötülüklerden de... E, bu da haliyle biraz yoruyor insanı. Her şeye bir anlam yükleme, her şeyin üstüne bir eğilme, bir bir şey işte... Halbuki ölüyü bile fazla kurcalayınca ne olduğunu biliyoruz hepimiz değil mi! :) İşte... Ne anlatacaktım ve bu yazı nereye