Aynı yatakta koyun koyuna...ama belki de başkasının koynunda!?
Gözün gördüğünü yazmak, anlatmak başka bi şeydir. Görünenin arka yüzünü merak etmek, orda aramak, ora'yı bulmak çok başka.
Ora'yı deşebilir , ordan çıkacak suyla kendi çimentonu karıştırıp bambaşka bi harç karabilir, yepyeni bi duvar örebilirsin aslında. Alman fotoğrafçı Paul Schneggenburger'in bu fotoğraf çalışmasını görünce aynen bu duygu geçti içimden. Görünenin arkasını aramak, söylenenden fazlasını öğrenmek, dinlediğinden çoğunu duymak... "Sanatçı" dediğimiz şahsiyetler galiba tam da bu yüzden var.
Paul Schenggenurger'in bunu neden yaptığını bilmiyorum tam; akıl yürütüyorum sadece şu an. Bu yüzden aklına gelmiştir diyorum. The Sleep of the Beloved diye bi proje kuruyor kafasında ve hayata geçiriyor. İsteyen çiftler fotoğrafçının evine gidip gece 12'den sabahın 6'sına kadar simsiyah çarşaflarla örtülü yatağa kuruluyor. Fotoğrafçı makinesini uzun pozlama yöntemine göre ayarlıyor ve çiftleri uykusunda fotoğraflıyor.
İster miydim? Evet. Yapar mıydım? Hiç bilmiyorum. Belki yapardım da sonrasında o fotoğrafları görmek istemeyebilirdim. Gerçek, çok "gerçek" olduğunda çok can yakıcı bişeye de dönüşebiliyor zira. Muhtemelen korkardım; görebileceklerimin duygusundan.
Sizi bilemem ama; kendimi çok suçüstü yakaladım ben. Çok olmuştur bana, birini dinliyor gibi gözükürken aslında hiç dinlemediğimi farkettiğim bi an, birine "nasılsın?" diye sorduğumda aslında cevabını hiç merak etmediğimi, bi mekanda otururken, sadece orada "gözüktüğümü" işin aslı hiç de orda olmadığımı, aklımın ve ruhumun çok uzaklarda olduğunu hissettiğim anlar zinciri.
Ucuca bağlasam, burdan Fizan'a gider.
Yeme şimdi beni. Mutlaka sana da olmuştur, hatta yanındakine, hemen arkandakine de.
Belki bi sinema koltuğunda oturuyorsun şu an; arkandaki çocuk saçlarına dokunmak istiyor, haberin var mı?
Belki tam karşı masanda oturan siyah bereli kız, şu an içinden şiirler yazıyor sana? Hissediyorsun işte, bi şekilde telapati yöntemiyle o duygu geçiyor sana. Orda olmak istiyorsun, onun karşısında ama yanında başkası var.
Çok isteyerek çıkmışsın bi yola, yol devam ediyor, senin adımların da.
Ama aslında çoktan vazgeçmişsin. Gidiyorsun sadece...varmayacaksın! O yol senin yolun değil; ama dışardan bakan için sen tam da " o yolun yolcusu" gibi görünüyorsun.
Ne saçma!
Keşke, kendi gözlerimizin de üç boyutu olsa...
ama ruhumuzun var biliyor musun?
Bilmiyorsan da ben söyledim işte şimdi sana :)
Aklımız gözümüzün gördüğünden fazlasını biliyor aslında.
Ruhumuz fazlasını hissediyor...
İnsanın kendini en açık ettiği yer belki de uyku.
Hiç bişeye uyurken olduğu kadar rahat dönemiyor insan arkasını.
Gerçeğin en çıplak olduğu yer çünkü yatak.
Ora'yı deşebilir , ordan çıkacak suyla kendi çimentonu karıştırıp bambaşka bi harç karabilir, yepyeni bi duvar örebilirsin aslında. Alman fotoğrafçı Paul Schneggenburger'in bu fotoğraf çalışmasını görünce aynen bu duygu geçti içimden. Görünenin arkasını aramak, söylenenden fazlasını öğrenmek, dinlediğinden çoğunu duymak... "Sanatçı" dediğimiz şahsiyetler galiba tam da bu yüzden var.
Paul Schenggenurger'in bunu neden yaptığını bilmiyorum tam; akıl yürütüyorum sadece şu an. Bu yüzden aklına gelmiştir diyorum. The Sleep of the Beloved diye bi proje kuruyor kafasında ve hayata geçiriyor. İsteyen çiftler fotoğrafçının evine gidip gece 12'den sabahın 6'sına kadar simsiyah çarşaflarla örtülü yatağa kuruluyor. Fotoğrafçı makinesini uzun pozlama yöntemine göre ayarlıyor ve çiftleri uykusunda fotoğraflıyor.
İster miydim? Evet. Yapar mıydım? Hiç bilmiyorum. Belki yapardım da sonrasında o fotoğrafları görmek istemeyebilirdim. Gerçek, çok "gerçek" olduğunda çok can yakıcı bişeye de dönüşebiliyor zira. Muhtemelen korkardım; görebileceklerimin duygusundan.
Sizi bilemem ama; kendimi çok suçüstü yakaladım ben. Çok olmuştur bana, birini dinliyor gibi gözükürken aslında hiç dinlemediğimi farkettiğim bi an, birine "nasılsın?" diye sorduğumda aslında cevabını hiç merak etmediğimi, bi mekanda otururken, sadece orada "gözüktüğümü" işin aslı hiç de orda olmadığımı, aklımın ve ruhumun çok uzaklarda olduğunu hissettiğim anlar zinciri.
Ucuca bağlasam, burdan Fizan'a gider.
Yeme şimdi beni. Mutlaka sana da olmuştur, hatta yanındakine, hemen arkandakine de.
Belki bi sinema koltuğunda oturuyorsun şu an; arkandaki çocuk saçlarına dokunmak istiyor, haberin var mı?
Belki tam karşı masanda oturan siyah bereli kız, şu an içinden şiirler yazıyor sana? Hissediyorsun işte, bi şekilde telapati yöntemiyle o duygu geçiyor sana. Orda olmak istiyorsun, onun karşısında ama yanında başkası var.
Çok isteyerek çıkmışsın bi yola, yol devam ediyor, senin adımların da.
Ama aslında çoktan vazgeçmişsin. Gidiyorsun sadece...varmayacaksın! O yol senin yolun değil; ama dışardan bakan için sen tam da " o yolun yolcusu" gibi görünüyorsun.
Ne saçma!
Keşke, kendi gözlerimizin de üç boyutu olsa...
ama ruhumuzun var biliyor musun?
Bilmiyorsan da ben söyledim işte şimdi sana :)
Aklımız gözümüzün gördüğünden fazlasını biliyor aslında.
Ruhumuz fazlasını hissediyor...
İnsanın kendini en açık ettiği yer belki de uyku.
Hiç bişeye uyurken olduğu kadar rahat dönemiyor insan arkasını.
Gerçeğin en çıplak olduğu yer çünkü yatak.
Hani "bu yatak neden böyle soğuk? içim neden bu kadar üşüyor ?" diye sorarsan bi gün kendine,
aklında bulunsun.
O belki başka bi kadınla sevişiyor şu an, sen belki alıp başını gittin çoktan...ama yan yana yatıyorsunuz...
Ne tuhaf.
dipnot: Fotoğrafçının sitesi için http://www.schneggenburger.at/concept.html
keşke insan, uykusundaki gibi:zararsız, huzurlu ve masum kalabilse..
YanıtlaSilve de özgür...!
YanıtlaSilFazla özgürlük:
YanıtlaSilYa yorganın düşürtür, kıçını üşütür.
yada kendini düşürür, kıçını kırdırır.
:)