METİN AKPINAR: AŞK GERÇEK DEĞİLDİR GERÇEKLE KARŞILAŞINCA AŞK BİTER!
Arıyorum... Açılmıyor. Arıyorum… Açılmıyor.
Umudu kestim. Boynumu büktüm. Teşhisi koydum: Bu numara kesin
yanlış.
Aradan günler geçiyor… Unutuyor muyum? Asla! Ama araya
günlük meşgaleler giriyor. Yetiştirilmesi gereken işler, yatırılması gereken
faturalar giriyor. Araya esmer bir oğlan, araya hayat giriyor…
Derken, bir gün telefonum çalıyor. Ve ekranda şöyle yazıyor.
“Metin Akpınar arıyor…”
Size yemin ederim, nutkum tutuluyor. Heyecandan öleceğim.
Ellerim titriyor… hızla sesimi düzeltiyorum ve titreyen ellerimle açıyorum.
“Merhaba, ben Metin Akpınar, beni aramışsınız. Lütfen kusura
bakmayın, İstanbul dışındayım ve bir süredir misafirlerim vardı, onlarla
ilgileniyordum” diyor.
Önce bir mest oluyorum, sonra yüz bin kere daha hayran!...
Böyle bir zerafet işte. Böyle bir centilmenlik, böyle bir
kıymet vermek…
“Kusur ne demek” diyorum. “İşin aslı şu an heyecandan
ölüyorum ve söze nasıl başlayacağımı da bilemiyorum.” Allahtan o konuşurken
dilim biraz açılıyor da iki lafın belini kırabiliyorum.
“Maruzatım şudur ki, sizinle röportaj yapmak istiyorum.” Ve
elbette Calling’den söz ediyorum. “Hay hay” diyor. Ve sonrası malum.
Okan Üniversitesi’nde bir dersinin bitiminde ziyaret
ediyorum kendisini.
‘Ellerimde çiçekler, kapısında sırılsıklam…’ J
Buyurunuz…
Neredeyse elli yıllık
bir sanat hayatınız var. Elli müthiş bir rakam. Hayatta sanata karşı duyduğunuz
bu elli yıllık tutku ve sadakatinizin yanında, başka bir şeye bu denli bir
tutku ve sadakat duydunuz mu? Bir kadın ya da başka bir şey…
Tabii oldu. Evet, belki hayattaki en büyük tutkum genelinde
sanat, özelinde tiyatro, daha da özelinde de kabare. Ama heteroseksüel bir
erkek olduğum için bu soruya diğer bir cevabım da kadınlar olur. Genelinde
kadınlar, özelinde karım.
Kaç yıllık evlisiniz?
54 yıldır birlikteyiz çok şükür. (Gülüyor) Profesyonel sanat
hayatımdan daha da uzun.
Peki bunca yıllık
üretim, çaba… Geriye dönüp baktığınızda sizin sanattaki en büyük malzemeniz
neydi? Ve genel olarak bir sanatçının en büyük malzemesi sizce nedir?
Her şeyden önce bilgi. Bilgi en büyük ve en önemli
malzemedir. İlaveten doğru ve güvenilir bilgi. Sonra empati kültürü. Sahip
olduğunuz o bilgiyi kendi deneyimlerinizle bir potada eritip sonra aktörlüğe ya
da aktrisliğe soyunabilirsiniz. Ya da sanatın hangi dalıyla ilgiliyseniz o
alana aktarırsınız. Kişisel olarak benim beslendiğim bir diğer kaynak da hiç
şüphesiz çocukluğumun geçtiği Aksaray’dır. Oradaki kültür biraz orta ekonomik
seviyede ve biraz da sömürülmüş, ihmal edilmiş bir popülasyondan oluşuyor.
Çocukluğumdan itibaren onların haklarını savunur pozisyonda buldum kendimi. Hala
da onu sürdürmeye devam ediyorum diye düşünüyorum.
Sanat, özellikle
tiyatro başlı başına çok muhalif bir ifade şekli. Bu yanıyla bakınca siz bugüne
kadar ürettiklerinizle en çok kimi ya da neyi rahatsız etmek için yola çıktınız?
(Gülüyor) Öyle mi görünüyorum? Hiç öyle bir fikrim olmadı
halbuki.
Sanatın kendisi bir
karşı duruş değil midir?
Bu doğru. Sanatın kendisi muhaliftir ama bu genelinde
baktığınızda böyledir. Özelinde sanat çok başka şeyleri de anlatır. Güzeli
anlatmak da bir sanattır. Bir şekilde söyleyecek sözü olan bir insan bunu beyaz
bir kağıda yazarak da anlatabilir, bir ağaç yontusuna da kazıyabilir, bir
duvara da çizebilir. Ama bunların hepsi bir karşı duruş değildir özüne
baktığınızda. Sanat yalnızca doğanın güzelliğini de yansıtabilir.
Kabare tiyatrosu
peki?
Bu kabare tiyatrosunun türü gereği böyledir tabii. Kabare
tiyatrosu açık biçimde ironidir. Güncel yaşamdan detayları alıntılayıp, onları
biraz da abartarak anlatır. Ama işin geneline baktığınızda sanat estetik haz da
vermeli, estetik acı da vermeli. Estetik hazzı algıladığınızda bu size yaşam
sevinci verir. Estetik acıyı algıladığınızda o da size hayata katlanma gücü
verir.
Tiyatro ağır bastı çünkü. İkisine de iki yıl devam ettim ama
bitiremedim. O zamanın şartlarıyla ilgili biraz da.
Ve şimdi onca yıllık
birikiminizi öğrencilerinizle paylaşıyorsunuz… Onlara en çok ne öğretmeye
çalışıyorsunuz? Sizin derslerinize giren bir öğrenci sizden en çok ne alsın
istersiniz?
Şimdi eğitim öyle bir şey ki her bakımdan tiyatro ve
oyunculuğa hazır olmak lazım. Bunun için de her şeyden önce genel kültür gelir.
Biz verdiğimiz eğitimde, 14 hafta boyunca entelektüel formasyona önem veriyoruz.
Çünkü öğrencilerin her şeyden bir miktar haberdar olması lazım. Elbette bir
akademisyen gibi derinlemesine değil ama, mutlaka her konuda belli bir ölçüde
bilgi sahibi olmalılar. Tüm bunlara ilaveten bedensel bir esneklik
kazanmalılar, düşünme mekanizması olarak bir şeyler kazanmalılar ki yazıp,
çizip, oynayabilirsinler.
Biraz geriye gitsek…
Nasıl bir aileydi sizinki? Nasıl bir çocukluk geçirdiniz?
Ben bir işçi çocuğuyum. Babam İbrahim Ethem, bir kimya
evinde usta başıydı. Kendi servisinin başında. Biz de o firmanın patronlarının
sahibinin olan bir konakta büyüdük. Ama tabii konak diyince öyle dizilerde
gördüğünüz ağa konakları gibi bir konak gelmesin akla. Bir fabrikanın lojmanı
gibiydi orası aslında. Biz 12 aile orada barınırdık. Benim beslendiğim en büyük
kaynaklardan biri orasıdır. Yaşamımızın temel taşları orda atıldı çok keyifli
bir dönemdi. Hatta Allah ömür verirse yazmayı düşünüyorum o dönemi.
Peki o yıllarda,
babasının karşısına dikilip “Baba, ben tiyatrocu olmak istiyorum” diyen Metin
Akpınar’a babasının tepkisi ne olmuştu?
Önce mutlaka yüksek tahsil yapmamı istiyordu tabii. “Hukuçu
mu olursun, mühendis mi olursun, felsefeci mi olursun… Bir şey ol ve sonra
tiyatro yap” dedi babam. Hatta çok ağır konuştu. “Bunu yapmazsan benim gözüm
açık gider” dedi. Ama ben babamı dinleyemedim. Onun beklentisi doğrultusunda
bir akademisyen diploması kazanamadım. Tiyatrocu oldum. Sonra tabii
yaptıklarımı görünce o da çok mutlu oldu. İyi halimizi de gördü ve sanırım gözü
açık gitmemiştir diye düşünüyorum.
Bu soruyu evirip
çevirmek için çok uğraştım ama beceremedim. O yüzden direk sormaya karar
verdim. Ne olacak bu memleketin hali?
(Gülüyor) Buna bir röportaj yetmez Oyacığım, bir kitap
yazmak lazım. Şimdi her şey bir yana çok önemli bir sual bu. Biz Osmanlı
imparatorluğunda, yeryüzünde Allahın gölgesi kabul edilen padişah efendimiz
hazretlerinin ümmetleri, o padişahın kulları olarak ve bütün toprak varlığımızla
da padişahın malı olarak yedi yüz sene yaşadık. Sonra Gazi Mustafa Kemal diye
bir deha oradan bir cumhuriyet ve o cumhuriyetten de bir millet çıkardı. Yani
padişahlıktan cumhuriyete, ümmetten millete geçtik. Bu aslında burjuvazisi olmayan
bir toplumda bir burjuva ihtilaliydi. Bunu büyük toplumlara mal etmek için Gazi
Mustafa Kemal çok çalıştı. Halkevleri, köy enstitüleri bunun için açıldı. Ama
zamanla onlar da yozlaştı, yıpratıldı ve kapandı. Sonrasındaki süreç, 1946 da Demokrat Parti’nin
olumlu nutuklarıyla başladı ama, 14 mayıs 1950’ de iktidara gelmeleri ve çok partili
rejime geçilmesiyle de bir ikilem ortaya çıktı. Bir tarafta bir cumhuriyet ve
millet anlayışı, diğer tarafta, “Eski Osmanlı fena değildi, biz onu niye yıktık,
acaba yeni bir moderniteyle yine bir Osmanlı, bir İslami yönetim olabilir mi?”
diye sorgulayan taraf oluştu. Bu ikilem hala sürüyor. Eğer buna bir ad koymak
gerekiyorsa bunun adı da “karşı devrim” dir.
ÇAĞDAŞ DÜNYANIN TAMAMEN DIŞINDA KALDIK
Karşı devrim başarılı
oldu mu peki?
Valla, karşı devrim başarılı olmuş mudur? Olmuştur. Hatta bugün
karşı devrim en başarılı çağındadır. Evet Mustafa Kemal’in yaptığı bir
devrimdir. Bu da karşı devrim. Ne var ki bunu ülke bazında değerlendirdiğimiz zaman bu
böyle. Evrensel bazda böyle olmadığı da çok açık. Biz bu kadar önemli bir
jeopolitik yapıdayken çok yanlışta kaldık. Dış politikayı, eğitimi, sağlık ve sosyal
güvenlik meselelerini yeniden gözden geçirmek gerekiyor. Hızla artan bir
nüfusumuz var. Bir o kadar genç işsizlerimiz var. Bunlar çok büyük eksiklikler.
Çağdaş dünyanın tamamen dışında kaldık.
Sürekli bir “ekonomik
büyümeden” bahsediliyor oysa…
Her ne kadar başarılı
bir büyümemiz var gibi gözükse de bu büyümeyi ürettiklerimizi pazarlayarak
yapamadık biz maalesef. Biz bugün dış borçlarla büyüyoruz. Bütün bunların
yeniden gözden geçirilmesi ve yeniden ikinci bir devrim değil belki ama evrim
geçirmemiz gerekiyor diyebilirim. Bu evrim gerçekleşmezse çok iyi bir yere gitmediğimiz
aşikar.
“Halimiz hal değil”
mi diyorsunuz?
“Bakın, komşumuz Yugoslavya yediye bölündü. Irak üçe bölündü.
Gürcistan beşe bölündü. Suriye bölünmek üzere. Lübnan zaten bölünmüştü. Sovyetler’in
hali ortada. (Gülüyor) O iyice karnıbahar
gibi yayıldı. Bir tek biz kaldık bölünmeyen. Geçmişte sağ-sol kavgası vardı.
Şimdi de mezhep ve etnik kimlik kavgaları öne çıkıyor. Bunları halledemezsek
halimiz iyi değil. Tabii eleştirmek kolay. Çözüm önemli. Hepimizin çözüme kafa
yorması gerekiyor. Tek çözüm var, o da demokrasi. Ama demokrasi de öyle kolay
ulaşılacak bir hedef değil.
Ne yapmamız
gerekiyor?
Daha modern, daha çağdaş olmamız gerekiyor. Bize mesela
demokrasiyi de yanlış anlattılar. Eşitlik diye anlattılar, azınlığın haklarının
da çoğunluğun karşısında korunduğu bir yönetim şekli diye anlattılar ama çağdaş
demokrasinin öyle olmadığını gördük. Bunların da yeterli olmadığını
deneyimlemiş olduk.
O zaman tam olarak
nedir çağdaş demokrasi? Oraya nasıl ulaşacağız?
Patalojisi olmayan insanların, yani sağlıklı insanların, özgür idareleriyle geleceği tayin edebildikleri
rejimin adıdır demokrasi. Ve bu hedefe şiddet unsuru olmadan ulaşmak zorundayız.
Savaşın galibi yoktur. Mustafa Kemal’in
çok önemli bir sözü vardır bu konuda. Der ki “Vatan müdafası söz konusu değilse
savaş cinayettir!” Çok ciddi bir tanım bu. Bütün insanların aynı kaynaklardan
beslendiği, robot toplumlar demokratik değildir. Tam tersi, farklı ideolojideki
insanların kavgasız, gürültüsüz birlikte yürüyebildikleri ortamlarda ancak
çağdaş demokrasiden bahsetmek mümkün olur. Bizim işte bu hedefe doğru gitmemiz
gerekiyor.
Bu küskünler
ordusunun durumu ne olacak peki? Zaman zaman sizin aklınızdan da geçiyor mu
gitmek fikri?
Hayır. Hiç. Ben hiç yurt dışına paramı çıkarmadım mesela.
Ben burada doğdum, burada sanatımı satarak para kazandım. Bir de şu var,
tiyatro müzik gibi evrensel değildir. Tiyatro ulusaldır. Ben sanatımı icra
ederken hep bu topraklardan beslendim. O yüzden benim borcum da bu topraklara,
bu toprağın insanlarına. Ama bu ülke nereye gidiyor sorusundan bakacaksak
şayet, ben çocuklarıma da hep aynısını söylüyorum. Oralara gidin, ama oralardan
gerekli bilgiyi alıp geri dönün ve öğrendiklerinizi burada uygulayın.
"ATATÜRK MİLLİYETÇİLİĞİNİ KESİNLİKLE YANLIŞ YORUMLUYORUZ"
Bir de biz Atatürk
milliyetçiliğini yanlış yorumlamıyor muyuz sizce?
Kesin yanlış yorumluyoruz. Milliyetçilik ırk ayrımcılığı
değildir. Mustafa Kemal’in nutukta da anlattığı gibi, o dönem manzar-ı umumiye
şuydu. Bir tarafta ağalık var, bir tarafta tarikatlar var, ama bunların
demokratik bir ortamda temsil edileceği bir organizasyon yok. Öyle olunca
millet egemenliğinin devlet yönetiminde toplanması, tüm bu farklı toplulukların
da birer siyasi partiyle temsil edilmesi gerekiyor. Ama zemin o zaman için tüm
bunlara uygun bir zemin değil. Dolayısıyla Mustafa Kemal buna bir çözüm üretmek
için bir çağrıda bulundu ve dedi ki “ Misakı milli sınırları içinde bulunan bu ülkenin
tüm vatandaşları Türkiye Cumhuriyeti
vatandaşlarıdır.” Bunun içinde lazı da vardır, kürdü de vardır, abazası da
vardır. Mustafa Kemal’in yaptığı milliyetçilik tanımı bir etnik kimlik
tanımlaması değildir. Burada çok mükemmel bir folklor var. Türk milleti, kürt
milleti diye bir şey yoktur. Bunlar çok yanlış yorumlar.
"TÜRKİYE DAHA ÖNCE BARIŞMALIYDI"
Peki Türkiye
barışacak mı sizce?
Daha evvel barışması lazımdı, onu kaçırdık diye üzülüyorum ben.
Sayın cumhurbaşkanı bu ortamı sağlayarak seçimlere gitmeliydi. Ben kendisinden
bunu beklerdim.
BEN İMANLI BİR VATANDAŞIM. DEİSTİM.
Sizin kutsallarınız
neler? Kimsenin o alana girmesine, dil uzatmasına izin vermem dediğiniz şeyler
nelerdir?
Ben imanlı bir vatandaşım. Deistim. Benim kutsallarımın
arasında bunlar var. Ben daha çok etik, estetik, ahlak felsefesi… Oralarda
durmaya çalışıyorum. Onların yozlaştırılması, o popülasyonun bozulması beni çok
üzüyor. Ve ben tam da bu yüzden kutsal değerleri kamusal yönetimden ayırmak
gerek diye düşünüyorum. Bunun adı da seküler yönetimdir. Laiklik yetmez. Yani
devlet yönetimi, kamu idaresi, dini esaslara dayandırılamaz. Ama şu çok önemli
burada. Kutsal benim kutsalımdır. Ben kendi kutsalıma herkes uyacak diye bunu
kimseye dayatamam. Ha bu toplumun geneline bakacaksak da Allah, anne, asker
tabudur. Bunlara dokunulmaz. Saygı duymak lazım.
Şu anki aklınız ve
duygunuzla 90 yaşınıza bir mektup yazsanız, söze nasıl başlardınız?
Yüce Allah ömür verirse, tabii tıp da gelişti.
(Gülüyor) Öyle bir şey mümkün olursa
önce bu mektubu yazma şansını ve o yaşa gelip de okuyabileceksem şayet, okuma
şansını bana verdiği için şükürle başlardım. Sonra da bugüne kadar öğrendiğim
herşeyi anlatan bir mektup yazardım. Rahmetli Levent Kırca’nın mektubu çok
hoşuma gitti mesela. Zaten ben sanatçıların ölümüne de inanmıyorum. Sanatçı
ölümsüzdür. Zeki Alaysa da Levent Kırca da pek çok başka sanatçı da bugün
eserleriyle hala yaşıyor. O yüzden sanatçıların asla ölmeyeceğini de
vurgulardım o mektupta. Söyleyecek sözü olan sanatçı eğer bunu bir kez
söylemişse bir daha asla ölmez. Bunu laik belleklere, seküler belleklere
kazımışsa ölmez.
18 yaşındaki Metin
Akpınar karşınızda oturuyor diyelim… Bugün ki Metin Akpınar’ın ona en büyük öğüdü
ne olurdu?
“Beni örnek al, benim gibi ol!” olurdu. Ben şanslı bir
adamım. Ailem, yetiştiğim çevrem, hocalarım… çok çok büyük insanlardı. Beni
onlar yetiştirdi. Aslında bu sualin asıl cevabı, geçtiğim yerlerden gene geçmek
isterdim. Dolayısıyla ona yürüdüğüm yoldan yürü derdim. Tabii daha evrensel,
daha yeterli daha doğru bilgilerle.
Zeki Alaysa desek…
Birlikte en çok ne yapmayı özlüyorsunuz?
Biz beraber yaşamaktan mutluyduk. O mutluluğu çok özlüyorum…
Hiç aynı kızdan
hoşlanmış olma ihtimaliniz peki, olmuş mudur?
Zannetmiyorum. Ama olabilir de bu yasak değil, tabu değil.
Şöyle bir şey söyleyeyim. Böyle bir şey olsa da karşılıklı saygımız ve
özverimiz işlemiştir. Herkese de bunu tavsiye ederim. Yoksa zaten onca yıl bir
arada olamazdık, kava çıkardı, dağılırdık.
"AŞK GERÇEK DEĞİLDİR,
GERÇEKLE KARŞILAŞINCA AŞK BİTER"
Aşk?
Bence aşk esasında üremeye yönelik eylemin öncesindeki
süslerdir. Oldukça enteresan bir kimyasal yapısı olduğu da biliniyor. Hatta
biraz hastalık, biraz gereksinim olarak yorumlamak da mümkün. Çok ciddi bir
yaşam tecrübesi doğrur aşk. İnsanın kafasında yarattığı tapınmadır, gerçek
değildir. Gerçekle karşılaşınca aşk biter. O zaman da onun yerine sevgi ve saygıyı koymak gerekir. Elbette
aşkın yeri çok başkadır, aşksız olmaz ama sevgi ve saygı aşktan çok daha üstün
ve geçerlidir.
"BİR KADININ ÖNCE KALBİNE BAKARIM DİYEN YALAN SÖYLER. BAL GİBİ DE GÖĞÜSLERİNE VE KALÇALARINA BAKAR ÖNCE"
Bir kadında sizi en
çok ne cezbeder?
Bunu tarif etmek zor. Her şey olabilir. Bazen bilgisi, bazen
fiziği, bazen tebessümü, gözünün içinin gülmesi… Bazen kasılması, utangaçlığı,
bazen yakınlaşması… Bunun öyle dümdüz bir izahı yoktur kanımca. Sen bu şekilde
sordun bazen de “bir kadının neresine bakarsın ilk?” diye sorulur. Herkes
kalbine der ama, yalan söyler. Bal gibi de göğsüne ve kalçalarına bakar önce.
Nasıl bir insana asla
tahammül edemezsiniz?
Bu da cevabı yalan sorulardan biri. Böyle sorular sahte
cevaplar getirir. Herkes yalan söyleyen insana tahammül edemem der ama şu veya
bu dozda herkes de yalan söyler.
Özgürlüğün sınırı sizin
için nerede başlayıp bitiyor? Çok spesifik bir örnek verecek olsak, eşcinsel
evliliklere nasıl baktığınızı merak ediyorum.
Eşcinsel evlilikler beni çok ilgilendiren bir konu değil.
Ama özgürlük hakkında söylemek istediğim şeyler var. Hayatın içinde öyle uğruna
ölünesi sınırsız özgürlükler yoktur. Özgürlüklerin ne kadar serbest
bırakılacağı ya da kısıtlanacağı, anlaşmaya bağlı yönetimler vardır. Ama bu
anlaşmaya da toplumun bütün kesimleri katılmalıdır. Popülasyon çok etik,
estetik, herşeyi çözmüş bir popülasyonsa onları özgür bırakabilirsiniz. Ama
değilse özgürlüklerin kısıtlanmasında da yarar vardır.
Son olarak, dost
meclislerinize eşlik eden müzikler…
Klasik Türk müziğini ve Türk halk müziğini çok severim.
Bütün bölgeleri de söylerim. Klasik batı müziğini severim ama o konuda bir
eğitimim yok. O yüzden klasik batı müziğinde, çok belli şarkılar vardır, ezbere
bildiğim, mırıldandığım. Müziğin insan beynine Allah tarafından konmuş bir
kabiliyet olduğuna inanıyorum. Hayatın çok güzel bir eşlikçisidir müzik.
Müziğiniz bol olsun diye bitirelim madem.
Metin Akpınar çok sevdiğim bir sanatçı.
YanıtlaSilNefis bir röportaj olmuş. Emeklerinize sağlık .