Oje(ler)im benim! "siz" den ne aldım? size "ne" verdim!?!?

"Yeni yıl geliyor,  şu gereksiz yeni yıl alışverişi saçmalığını yazsana" dedi bi arkadaşım dün.
Hadi ordan dedim! O senin gerek-siz-liğin!
Baltayı nasıl bir taşa vurduğunun farkına varması on beş saniyesini almadı belki ama, söz ağızdan çıktı bi kere. Geçmiş olsun artık ona!
Tam yarım saat "alış- veriş benim için ne kadar kutsal bir eylem biliyor musun sen?" le başlayıp " Marx beni çarpmadan iyisi mi ben artık  susayım! la biten hayatımın en traji komik konuşmalarından birine daha imzamı attım.
O da dinlemek zorunda kaldı.
Arkadaşlık bazen "çene terörüne" mağruz kalmanın diğer adı mı?
Belki de!  :)  Bilemiyorum....zaten bunu geçip derhal sadede gelmek istiyorum.
Ben bugün; yemedim içmedim üşenmedim, evin bilumum yerlerine serpiştirilmiş ojelerimi saydım. Tam 47 tane! (ler...)
Oje(ler)im benim... "ler" ekiyle çoğaltıp çok sandığım!? İyelik ekinden medet umup, ben(im) olduklarına kandığım!
ki bakmayın siz, benim bu verdiğim rakam bi çoğuyla kıyaslandığında çok mütevazi bile kalıyor olabilir!
Çocukluğuma inmek gerek belki de, kimbilir?
Misal, her gün ayrı bi renge boyadığım tırnaklarımla hayatıma da yeni bi "renk" gelecek sanıyor olabilirim. Freud yaşasaydı buna nasıl bir açıklama getirirdi bilmiyorum ama bildiğim bi şey varsa o da şudur ki; ben o renklerin kölesiyim!...işte buna yemin edebilirim.
Parasını ödeyip satın aldığımız her şey, bi süre sonra bize sahip olmaya başlıyor aslında! Onlar bize değil, biz onlara hizmet vermeye başlıyoruz zamanla...
Yerleşkemizin yükü arttıkça, hareket serbestimiz kısıtlanıyor. Hatta bedenimiz ağırlaşıyor...yer çekimine daha kolay teslim oluyoruz.
Bu konuda söylenebilecek çok "yeni" bir cümle olabilir mi? onu da bilmiyorum aslında. Herkes biliyor...herkes yazdı...bi çokları okudu. Ya da zaten biliyor-du!.
Evimin bir odasına girilmiyor nerdeyse. Ağzına kadar "çaput"la dolu!
Babannem "çaput" derdi onlara, mobilyalara da "tahta!" :)
Marifet en az kelimeyle en çok şeyi anlatmaksa, düşündüm de şöyle bi...babannem büyük "yazar" (mış!)  galiba.
Neticeye gelecek olursak; zihin saatimin akrebi bugün bana "komünizmi" işaret ediyor. "Özel mülkiyetini" yediğimin dünyası...sıyrıl git diyor!
Yelkovan tam kırk yedi adet olan oje(ler)imin üzerine "vermeeemm!" diye kapanmış,  feryat figan ediyor... bok yeme otur diyor!
Sahibi(yim) sandığım, kırk yedi adet küçük renkli şişe!
Bi masanın üstünde, bana meydan okuyor!
Bak sen şu "dünyanın" işine...!



Yorumlar

  1. Marx ve Engels özel mülkiyetten bahsederken senin rengarenk 47 ojeni, "çaput" ve "tahta"larını işaret ettiğini hiç sanmıyorum; keşke tüm dünyada ki özel mülkiyet meselemiz bu olsaydı. Ama bu küçük küçücük mülkiyetlerimizin, bireyliğimizi esir aldığı gerçeğini değiştiriyor mu? cık. Peki ya bakmaya değer onca dergi yerine artık İKEA kataloglarına baktığımız bir gezegende sıyrılmak kolay mı? pek değil. Yine de biz inatla akrebin sesini dinlesek mesela yenilerini eklemesek eskilerin yanına, değiş-tokuş yapsak, ikinci el'e uzak durmasak ve başka başka şeyler. Dünya üzerinde ki özel mülkiyet sorunsalını çözmez ama en azından tüketim çağında kapitalizme küçücüğünden bir parmak atmış olmazmıyız? Belki minik adımlarımız sayesinde dört duvar arası evlerimizde bizlere daha geniş alanlar kalır. Bizlerde daha özgür bireyler oluruz.

    YanıtlaSil
  2. Canım, burdaki vurgu zaten orda! Oje özellikle seçilmiş bir simge. "sahiplik" duygusunun en küçük ayrıntıdaki gücü bu boyuttayken, en küçüğünden bile vazgeçemiyorken, ikinci ev, üçüncü araba, bi kaç gemi(cik!) :) ve diğerleri... ne diyim? toprak doyursun bizi demek var ama, "toprak" ötelendiği için, o da mümkün değil artık ne yazıkki.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

hoşgeldiniz

Bu blogdaki popüler yayınlar

Peki'yi kim icat etti?

ERTUĞRUL ÖZKÖK: CENAZEM KİLİSEDEN KALDIRILSIN İSTİYORUM!

Rötarlı: Grinin Elli Tonu