Kayıtlar

Ocak, 2013 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

İmam böyle olursa, niye gitmeyim ki!?

Resim
Bi masanın etrafında dört kişiyiz. Kelimenin tam anlamıyla "dost meclisinde" yiz... Herkes olduğu gibi...süs yok, caka yok, tavır yok! Karşımda oturan adam, Dil Tarih'te tiyatro okuyor. Kıskanmıyor muyum içten içe? Belki biraz:) Çok iteledi beni, "gel etme eyleme" dedi! Aslında bi kez denedim, vallahi denedim! Başvurunun son günüydü, kalktım Gazi Lisesine gittim. Dedim ki "acil diplomama ulaşmam lazım." -O iş öyle kolay olmuyor, nerde senin  diploman? "E  nerde olacak, okuduğum okulda, Dokuz Eylül Üniversitesinde, ama bana git ordan temin et demeyeceksiniz heralde!? " diye gürlüyordum ki... Dedi! Aynen böyle  söyledi. "Arşivdedir, şu an ulaşmamız mümkün değil.  Bugün git, yarın gel!" Mümkün değil,  dedim. Bugün başvurunun son günü, dedim! Lütfen yapmayın! dedim. Dedim de dedim... Ne dediysem, o asık suratlı bıyıklı amcayı, bi türlü ikna edemedim. ( Tabi şimdi, zaten bi kez üniversite okumuş birinden ikinci kez

7 - 6 - 5 - 4 - 3 - 2 - 1 / sıfır...!

Resim
Ben demişti; Sende en çok neyi sevdim biliyor musun? Neyi? dedim. Hiçbir tahminimin tutmayışını dedi. Ezberimi bozan aklını, yoldan çıkaran yolunu, sondan anlatmaya başladığın filmleri yeniden izleme duygusu uyandıran zihnini. Buluyordun! Bir kitapta en kıyıda köşede kalmış cümleyi, Bir filmin aslında en "oynan-mamış" sahnesini, Bir şiirin ilk bakışta  -olmasa da olur- dedirten kafiyesini. Sonra başlıyordum düşünmeye; "Ben nasıl hiç görmeden atlıyorum,  o eşikleri  diye?" Halbu ki sen söylemiştin bana: "Vurgu her zaman sonda olur, oraya odaklan"  diye. Tam da söylediğin gibi yaptım her defasında, harfi harfine. Ama sen! "Son" da değil,  ya en başında ya da ortalarda bi yerde, artık kendimi rolantiye aldığım anlarda,   hep "hazırlıksız " yakaladın  beni! Bütün tuzakların adımımı en gevşek  attığım yerlerde gizliymiş meğer; her  defasında, düştüm! Bu deyim bunu anlatmıyor biliyorum ama;  nedense ben bize çok b

Çünkü her erkek, öyle sevilmeyi hayal eder...!

Resim
Öyle genel bir bilgi ki, öyle oturmuş içimize ve öyle kanıksamışız ki, doğruluğunu yanlışlığını bile sorgulamıyoruz artık. "Erkek değil mi?" "Erkek milleti işte!" "Aldatmayan erkek yoktur!" "Sen hiç -masum- bi erkek gördün mü?" Yazmaya devam etsem burdan Fizana varır bu liste! Erkekler şöyledir, erkekler böyledir... Ben inanmıyorum! ya da inanmak istemiyorum... Çünkü masum erkek var mı ? sorusunu her duyduğumda, en önce "babamın" da bi erkek olduğu geliyor aklıma! Orda duruyorum...! Ve bunu hep söylüyorum, gene söylüyorum. O benim "en sadık sevgilim!" Ve sadece "o" nun varlığı bile, tek başına benim kafamdaki bu genellemelerin hepsini silip süpürmeye yetiyor. Dünyanın en masum adamı mı? Belki öyle, belki hiç değil! Ama mesela düşün ki, bana "en kırgın" olduğu gün...elinde koca bi demet çiçekle benim doğum günümü kutlamış bir  adam o! "Bilsem ki hayatının geri kalanında,  verd

"Dans edemeyeceğim devrim benim devrimim değildir!" diyen bir kadına, Emma Goldman'a ithaf edilmiştir!!!

Resim
Ben de hayatımın bi döneminde müzik zevkinin insanı "kıro" yapabileceğine  inan(dırıl)dım. Lisedeyken okumayı çok sevdiğim bazı kitapların adlarını, kendilerini "solcu entellektüel"  sanan bi grup arkadaşımdan hep  sakladım. Gene o yıllarda sandalet giymenin,  hatta ipin ucunu kaçırıp "diş fırçalamanın" bile "düzene uymak" diye eleştirildiği sosyal gruplarla oturup kalktım. Vitrinde gördüğüm bir eteğe hayran olduğumu söyledim diye adı "Özgür!" olan bi arkadaşım (en yakın arkadaşımın sevgilisiydi) beni yerden yere vurmuştu. "Tanıdığım en zeki kızlardan birisin ama bazen -sıradan kızlar- gibi "genel geçer" işlerle uğraşıp farkında olmadan kendini baltalıyorsun demişti!!! Ne büyük bi cümle, ne iddialı, ne kocaman bi laf değil mi? "Genel-geçer" işlerle uğraşıp kendini baltalamak!!! İkimiz de 16 yaşındaydık Özgür bana bu cümleyi söylediğinde. Resmen kısa süreli bi  bunalıma girdiğimi hatırlıyorum. Sahip ol

çingeneler zamanı...

Resim
Kimliğimden, hatta cinsiyetimden arındım. Başından son anına kadar Parhan'dım! Babam kaçığın tekiydi, bi gece  dünyamızı başımıza indirdi! Doğrusunu istersen, bu bile  fazla koymadı da...sen öyle "karşıdan" baktığında, ben hep nehrin "öteki" kıyısıydım ya! İşte o biraz koymuş olsa gerek... Aslında itiraf etmeliyim ki; çok güzel düşlere yattım. Ne var ki, hep "gerçeğe" uyandım! Zaman kısa...yol uzun...ben yorgundum! Başlarda iyi de koştum aslında; çok da haksızlık etmek istemem kendime ama; yolun bi yerinden sonra tavşanın da bi gün,  bi kaplumbağaya yenildiğini unuttum!!! derken... vuruldum! nehrin "öteki" kıyısından  "sana  meyilli" düştüm! Düştüğüm yerden sesleniyorum şimdi sana; dinliyor musun?   Çok "tarttım" ben içimde...belki nafile! Doluya koydum almadı, boşa koydum dolmadı. Dükkan adil olsa  zaten, bu "pazarlık" olmazdı! Gene de,  ben dene(mişim) hiç  değilse diyorum. &quo

Sanmıştım...!

Resim
Farzet ki ben üç yaşında bir çocuktum. Farzet ki ben o akşam üstü,   vitrinde gördüğüm o "kocaman ayı"ya tav olmuştum!  ve diyelim ki,   sen de benim aslında her naneyi idrak edebilecek kadar "erişkin" bir büyüğümdün! Önce elime o küçük "çıngırağı" verdin! Bi hışımla fırlattım  yere. "olmaz" dedim. "Bu olmaz, bununla olmaz!!!" Cebindeki bilyeleri çıkardın sonra, renklerine kanarım sandın! "oğlan çocuğu muyum ben? sen oyna bunlarla" deyip hepsini  dükkanın ortasına saçtım bu kez. Aslında, düşündüm de...tam o andı galiba, yavaş yavaş öfkelenmeye başladığın an. "yaşarken" kaçırdım o anı ama;  bak şimdi,   "burdan" bakınca çok net görüyorum fotoğrafı aslında! Biliyorum...bir Ahmet Kaya şarkısı gibiyim biraz da: "hep sonradan gelir aklım başıma...hep sonradan...sonradan!" En son asla "hayır demeyeceğimden emin bi şekilde" en sevdiğim bebeğe oynadın kozunu! "Bu keser" d