Kayıtlar

Aralık, 2014 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Güle güle 2014

Resim
Ben galiba her şeyi "güle güle" uğurlamayı  seviyorum...Hele ki zaten dibini bulduğumuz şeyleri. Bundan mütevellit olsa gerek, özel günler arasında en sevdiğim, hatta galiba tek sevdiğim gün  yılbaşı günü ve tabi gecesi. Bir de geçip giden her şeyin güzel taraflarını hatırlamak adetim. Kötü anmak,  kötüyü hatırlamak mizacımla pek örtüşmeyen bir şey. Halbuki öylesi daha havalı biliyorum. Bir şeyden nefret etmek, sağa sola nefret püskürtmek nedense çok sevmekten daha entellektüel bir hava veriyor insana. Uykusuzluk gibi. Daha  "derin" olduğun düşünülüyor o zaman. Garip! Mesela "I love İstanbul" dediğinizde çok havalı durmuyor da "I hate İstanbul" dediğinizde herkesin daha çok dikkatini çekiyor bu. Neden/nasıl sorgulamasına girmeyeceğim. Herkes canı ne istiyor, nasıl istiyorsa öyle yapsın. O duyguyu besleyip büyütsün içinde. Ne var ki hayatta en çok neye vakit harcıyorsan, kafanı en çok neyle meşgul ediyorsan, en çok neye emek veriyorsan "o&q

Elini çekme!...

Resim
Babam hep bir kız çocuğu istiyormuş. Annem de ona hep"iki tane oğlan yaptık işte, allah kabul etsin" diyormuş. Babam daha azimliymiş ki, o maçı almış annemden! :) Almış ki,bir kış günü öğle saatlerinde, tam tavuklar gıdak gıdak derken, annem de  beni yumurtlayıvermiş.  Oğlak burcuyum. Tam bir keçiyim. Ben inadımı buna bağlıyorum ama; annem hep "eşşek sütü içirdim bir kere sana, ondan böyle oldun sen!" der. Annem işte!...o hep bir şeyler der. Mesela çok uyuyorum diye "Oya kızım! ben seni uyku da mı kazandım acaba?" der. İşine gelmeyen şeyler yaptığımda "tam babasının kızı!" der. Ama onu çok mutlu eden şeyler yaptığımda da"Eee! kimin kızı!" diyip, kolumdan tutup kendine doğru çeker. Sabah aradılar. Doğum günümü kutlamak için. Annemle beş dakika babamla on beş dakika konuştuk. Annem alttan sürekli söylendi durdu. "Ne anlatıp duruyor öyle, bana niye anlatmadı, ne konuşuyorsunuz deminden beri?" Babamın en sevdiğim özelliklerinden

Ergün Gündüz: Kuyuya inmeyi severim ama; çıkmayı da bildiğim için severim!

Resim
Ergün Gündüz. Nasıl desem "değişik" bir adam. Bende yarattığı ilk intiba buydu. Sonra ne kadar mütevazi dedim. Sonra ne kadar entellektüel.  Sonra ne kadar zarif bir adam. Sonra ne güzel saçları var...Var da var anasını satayım. Çok etkilendim sahiciliğinden, doluluğundan ve daha bir sürü şeyinden. Çok klasik bir cümle aslında. Kullanmaktan hep imtina ederim. Ama tam karşılığı olacak daha doğru bir cümle bulamıyorum şu an. O yüzden de diyorum ki. Hikayesi olan bir adam. Üstünden sıyırıp geçmemiş, dibine kadar yaşamış bir adam. Bunu düşündürdü bende en çok. Çok güzel hatıraları olan, onları anlatırken tekrar yaşayan ve en önemlisi de onlara sahip çıkan bir adam. Laf olsun diye yaşamamış yani hiç bir şeyi. Bunu hissediyorsun. Sana hissettiriyor. Bebek'te iki katlı bir evde oturuyor. Home- office olarak kullanıyor aynı zamanda. Bütün sanatçı evleri biraz öyledir aslında. Büyülü efsunlu bir yer gibi gelir insana. Ama bazılarının başka türlü bir duygusu vardır. Müthiş bir

Seninle yatmadım sanki dağları gezdim

Resim
Herkesin aklında kalan bir orman manzarası vardır. Benimki Fethiye'de Ölüdeniz'e inerken ki o görüntü. Sarhoş olmuştum...Derinlik sarhoşluğu mu dersin ona artık, başka bir şey mi? Hayatta çok az şey insana bu duyguyu verir. Gördüğün bir manzara aklını yerinden oynatabilir. Gördüğün bir çift gözün içinde yıldızlar kayabilir!...Bir adama ya da kadına yaklaşırken, bacakların titreyebilir! Eteklerin tutuşabilir! Olur bu! Hiç başına gelmediyse çok üzgünüm. Her zaman olmaz tabi ama bir gün, bir an gelir ve olur. Biri ayağının altındaki halıyı çekiyor gibi bir his. Sahip olduğunu düşündüğün her şeye sana tersten baktırabilir. Olduysa şükret. Zira seni temin ediyorum ki; çok acayip bir hadisedir. Olmadıysa malum; geçmiş olsun diyoruz biz böyle durumlarda. Bir de böyle anlar ne hikmetse hep  "kendiliğinden" olur. Kendi doğasında varsa olur. Kimse başka bir yerden taşıdığı suyla sana değirmenin verdiği duyguyu vermez. Zorlamayla olmaz yani. İstediğin kadar itele. Gitmeyince

Sahipsiz mektup

Resim
"Belki artık çok geçti. Belki artık olmaz dedin. Belki de hep emindin. Gelecekti! ve işte, geldi...!" Böyle yazmıştım. İki yaz önce Orhan'a Londra'dan yazdığım kartın arkasına. Toplamda yedi kart postal gönderdim o gün Londra'dan Türkiye'ye. Bir tanesi kendim içindi. Kendiminki dahil, hepsi yerine ulaştı, Orhan'ınki hariç. Her ne hikmetse artık, onunki boşlukta kayboldu. Belki hiç terkedemedi bile oranın sınırlarını. Belki geldi, burda hain bir postacının gazabına uğradı. Belki yanlış bir insanın eline geçti. Zarfı pulu enteresan geldi. Açtı, okudu sahiplendi belki. Her şey olabilir...Ne olduğunu bilmiyorum ama ne olmadığı ortada. Kart Orhan'ın olamadı. En çok onunki ulaşsın istemiştim aslında. Çünkü ona herkesten önce sözüm vardı. Prag'tan beri bekliyordu o kartı benden. Olmadı. Sonra Viyena da olmadı. Budapeşte de  olmadı. Atina, Paris ve Londra da olmadı. Olmayınca olmuyor işte anasını satayım. O kadar emin o kadar iddialı yazmıştım ki o notu.

Haldun Dormen: Çok para kaybettim; ama bugün bakıyorum, aslında hiç kaybetmemiş, hep kazanmışım!

Resim
Ellerim titreyerek bastım o tuşlara. O kadar istiyordum ki!...Kelimeler kifayetsiz. "Ya küt diye kestirip atarsa,  kibarca "çok isterdim ama çok yoğunum" diyip başından savarsa, ya öyle olursa, ya böyle olursa? Bitmedi sorularım. Sonunda dedim ki kendime "öğrenmenin tek bir yolu var arkadaşım!" Arayacaksın! Üç buçuk ata ata da olsa arayacaksın! Aramadan bilemezsin. Aradım. Yağmur pıt pıt ediyordu tepemde. Şemsiye yoktu elimde. Zeytinburnu'nun oralarda bir yerde, görev mahallindeydim. Dedim ki "Çok önemli bir telefon görüşmesi yapacağım, beni biraz bekler misiniz?" "Tabi" dediler. Gördüğüm ilk boşluğa doğru yürüdüm, kalbim güm güm...ve bastım o tuşlara. Nasıl yaptım bilmiyorum ama; yaptım. Ne tuhaf. Hayatın boyunca sesini sadece televizyonlarda ya da sahnede hep belli bir mesafeden işittiğin bir insanın sesine dokunmak...Sese dokunulur mu? Bilmem. Ben dokundum o an. Onu biliyorum... Kekeleye kekeleye kendimi ifade etmeye çalıştım.