Kayıtlar

Ağustos, 2013 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Sinan'da her renk var...!

Resim
9 yaşındaki yeğenimin ilk aşkının adıydı Sinan. İki yıl önce... Birlikte gazete okuyoruz balkonda. O bişeyler soruyor, ben cevaplamaya çalışıyorum. Hatta bazı sorularının cevabını veremiyorum...sinirleniyor, bozuluyor..."Sen halasın ama; bilmen gerek" diyor. Halalar herşeyi bilir diye bişey yok diyorum. Sen de hiçbi zaman herşeyi bil(e)meyeceksin. Hımm... diyor ikna olmuş gibi ama; bence numara yapıyor. Pek aklına yatmadı bu durum aslında. :) Gazetelerin sayfalarını çevirmeye devam ediyoruz. Bi sayfaya gelince birden çığılık atıyor bizimki. "Halaaaa bak! aynı Sinan'a benziyor" diyor. Aaa diyorum....ne güzel. Sinanın gözleri de böyle renkli mi? Utanıyor galiba bi an. Susup başını çeviriyor. Bi iki saniye sonra yeniden koluma dokunuyor. "Halaaaa" diyor. "Biliyor  musun? Sinan'da  heeeer renk var...!" Öylece kalıyorum. Nasıl bi şaşkınlık...ve nasıl güzel bi his. O kadar hoşuma gidiyor ki anlatamam. 9 yaşında bir kız

Bahse var mısın?

Resim
-Verdim işte bir karar, dönemiyorum. -Neden? -Bi dala basıp, bin dalı incitmekten korkuyorum. -Oysa ki verdiğin her karardan dönebilirsin. Bedelini ödemeyi göze aldığın sürece tabi! ama sen o bedeli ödemeye hazır değilsin anlaşılan. -Hazır olmak değil de... gücüm yok Eren. O kadar güçlü değlim. -Sen mi güçlü değilsin??? Değildim! Ya da belki hazır değildim. Bilmiyorum... Çok şey söyledi o gün bana  Eren. "Çok klasiktir hani, açılmamış kanatların gücü kestirilemez! derler...bilirsin" diye de ekledi. o gün tam manasıyla idrak edememiştim; Yüksel caddesinin o köşesinde bana anlatmak istediklerini. Aradan ne uzun ne de kısa denebilecek bi  zaman geçmiş; O memleketin taa bi ucuna gitmişti. Aradım. "Ben o karardan kesin kes dönmek istiyorum;  ama gücüm hala yetmiyor, tükenmek üzereyim Eren! boğuluyorum resmen, nefes alamıyorum. Bu araba artık gitmiyor, istop edecek!" dedim. "Bi şey söyle! tek bi şey ama öyle bi şey olsun ki; beni elimden tutup ayağa

Yüzgeç

Resim
Sen benim, içini çok iyi bildiğimi zannettiğim bi denizin ortasında, en diplerimde  yüzen bi balık gibiydin. Bi gün küçük dilimin altından kayıp gittin! Kaygandı zemin...hissettirmedin. Çook zaman geçip de farkettiğimde; varlığım bişey değildi ki yokluğumu bu denli geç hissettin diye sitem etmiştin. Haklıydın. Varlığını bilmediği şeyin yokluğunu da anlamıyor insan. Belki sen de bunun üstüne biraz düşünmeliydin! Ama şunu hatırlıyorum mesela; çok güzel yüzgeçlerin vardı senin! Çıkartıp geceleyin...usul usul değdirirdin. Bilhassa dolunaylı geceleri severdin. Hala öyle misin? Ve şimdi ne zaman direksyonun başına geçip uzun bi yolculuğa çıkacak olsam, bi kova su döküyorsun arkamdan. Bi daha ıslanırım belki sanıyorsun ama; Sana bi kötü bi de kötü haberim var. Önce hangisini vereyim istersin? Birincisi  şu ki; Ben bi daha ıslanmam. Dahası, daha da iflah olmam!

Duygusal Tecavüz!

Resim
Yürü Meryem! Koş Meryem! arkandayız...yaşa seenn!! diyemeyeceğim. Meryem Uzerli'yi acayip seviyorum...inanılmaz doğal ve naif buluyorum. Bi o kadar da dünya güzeli bir kadın. Ne var ki...bu haberi okuduğumdan beri içimden geçen tek bir duygu var. Keşke kız kardeşim falan olsaydı diyorum ya da yakın bi arkadaşım. Kolundan tutup silkelemek isterdim. Heeeyy! kendine gel! Ne yaptığının farkında mısın? Haberi okumuşsunuzdur heralde. Duymayanlar için konu şu: Meryem Uzerli sevgilisinden ayrılıyor, hamile olduğunu öğreniyor ve çocuğu tek başına doğurup büyütmeye karar veriyor. Bikaç yıl önce Emrah'ın bir röportajını okumuştum. Bitip tükenmek bilmeyen babalık davası serüveni sonucu oğlunun artık kocaman olduğunu, oğluyla şu anki ilişkisinin nasıl olduğunu ve neden o dönemde bunu bi türlü kabullenemediğini  soruyordu röportajı yapan. Benim aklımda kalan, başlığa da taşınan şu cümleydi: Babalık hakkımın elimden alındığını düşünüyorum! Normal yollarla baba olamıyorsunuz düş

Sevemedim Cunda seni! Hor görme beni...

Resim
-Biliyorum! şu an bana içinden küfrediyorsun. -Yoo! Nerden çıkarıyorsun? -Baksana şu trafiğe, hiç tahmin etmemiştim. -E kendin söylüyorsun işte, böyle olacağını nerden bilebilirdn? Trafik bu! seninle nasıl bir bağlantı kurabilirim? -Çünkü Cunda diye ben inat ettim.Ne bileyim? Şimdi kendimi suçlu hissettim. -İnat mı? güldürme beni! Sen bi inat et! cehenneme gidelim...! Yıl 2005 idi...bir Cunda kafası gelmiş idi. Serde çocukluk, serde şımarıklık...ne arasan var idi. Hele ki yanımdaki velet böyle bir laf etmiş...iyice havaya girmişim...Tamam o zamaaan!!! bas gaza diye coşmuşum, hain köfte lafını iki dakkada geri yemiş "dur tamam, cehennem bi yere kaçmıyor ya! gideriz dediysem,  yani öyle hemen değil! biraz beklesin...!" demiş. Olsun... Çok eğlenmişim...derken, söylenmeye başlamışım hemen. "Bu mu yani? hiç böyle hayal etmedim ki? hem bu nasıl bir kalabalık? İstanbul'a yakın diye mi? iğne atsan yere düşmüyor, zaten sıcak nefes almana izin vermiyor, boğulurum

Seviyorum işte seni, bu neyi değiştirir ki?

Resim
"Seviyorum işte seni! bu neyi değiştirir ki?" diye ağlıyordu bi kız. Yavaşladım... "Zırlayıp durma! al şunları da, yatarsın birinin daha altına, sana yenilerini alır!" diye buyurdu oğlan. Çeşmedeydim. Marinanın tam ortasında, DR'dan çıkınca hemen, başını sola çevir biraz...tam orda. Öylece kala kaldım. Kıpırdayamadım. Tek bir adım daha atamadım. Kıza bakıyordum...gözlerine... Kim bilir neyi görmek istercesine...? Oğlanın suratına bi tokat patlatmasını bekledim sanki...yapmadı. Bağırıp çağırıp o da ona küfür etse, rahatlayacağım  biraz. Etmedi! Oğlanın uzattığı (muhtemelen daha önceden verilmiş hediyelerle dolu) poşeti aldı. Arkasını döndü. Öylece yürüyüp gitti! Oğlanın son buyruğunu yerine getirerek... "Zırlamayı" kesip gitti. Ben hala tek adım at(a)mıyorum. Oğlana bakıyorum bu kez. Bi an, tek bi an göz-göze gelmek istiyorum. Taaa içine bakmak! Artık ne söylemek istiyorsam? Kısa Marlboro lightını çıkardı cebinden, yaktı.

Londra'nın nesi var?

Resim
Simsiyah örgü saçları, rugan gibi parlayan bi derisi  ve şahane bir kalçası var. Oynak! Bembeyaz bir teni, kirpiğine kadar sarı tüyleri ve bi acayip bakışları var. Delici! Üzerinde hiç bir zulüm hissetmeden -belli ki hissetse de bi şeyine  takmayan- el ele yürüyen eşcinselleri var. Rahat! Tüm bu rahatlıklarının yanında, alışkın olmadığımdan zannımca, çok garipsediğim prensipleri var. İnatçılar! Dediğim dedik çaldığım düdük(çü)ler. Ve çok gençler...! Ruhları genç. Hemen hemen girdiğim her restoranda, 70'lerinde kıvrak bir kadın uzatıyor menüyü bana. Emsalleri ömrünün o geçidini, torun severek geçirmeyi tercih ediyor ya yurdumda. E biraz açtım ağzımı. Şaşırdım. Yalan değil! Gökkuşağının her rengini taşıyor Londra! Öyle güzel taşıyor ki... Kırılmasından korkulan eşsiz bir vazo gibi değil ama; hiç değil! Bir barmenin elindeki bardakları rastgele savurduğu gibi taşıyor. Pervasız... Cesur Londra! Çok düşündüm...cinsiyetine bi türlü karar veremedim ama; ba

Prensibini yediğimin ingilizi! Yaktın beni...!

Resim
Saat sabahın 7'si. Milie, bildiğiniz kapıya koydu beni. Yok! Şaka değil. Keşke öyle olsaydı! Olaylar şöyle gelişti, O gün bildiğiniz deliksiz bir uyku çekmiştim. Uyandığımda saat 12 falandı. Kalktım...duş aldım. Evden çıkmak üzere hazırlandım. Tam kapıdan çıkacakken, o da ne? Kapı açılmıyor! Uğraştım...uğrştım...bir türlü olmuyor. Bir de şaka gibi o bildiğimiz yağmurlu kasvetli bet havasıyla meşhur  Londra'nın, son bilmem kaç yılının en sıcak yazına rastladım. Evde sıcaktan durulmuyor. Üstüne ben bi de öyle kapıyla uğraşınca, ter başımdan aşağı boşaldı. Sinirlerim de onlarla beraber... Ne yapacağımı şaşırdım. Tek tek odaların kapısını çaldım. Defalarca Milie, Josef diye seslendim ama yok! Evde kimse yoktu işte! İçerde hapis kaldım. Derken...aklıma bahçe kapısı geldi. Mutfak kapısından bahçeye çıktım. Bahçe kapısının yüksekliğine şöyle bi baktım..."E zaten bir buçuk metre, ne var ki? Ben burdan çok rahat atlarım!" yaptım. :) İçeri girip çantam

Londra` dan kartın var!

Resim
Farzet ki bu gün biraz geç  kalktın. Mesai ya da okul günü de değildi. Yatak sıcaktı...yapış yapıştın ama; pencere açıktı ve ordan gelen serin bir yel yavaşça boynunu elledi. Hınzır seni! Hoşuna gitti degil mi? Sağa döndün...sola döndün olmadı. Ayaklarını duvara dayadın; bacakların kalp seviyenden otuz santim yüksekliğe gelince "burası iyi burda dur!" dedin. Beynine kan gitti ... ohhh! Rahatladın. ihtiyacın olan tam da buydu ve seni sonsuz bir enerjiyle yataktan fırlatmaya yetti. Kalktın... Önce duşa gittin. Suyun sıcaklığını ayarladın...tam istediğin seviyeye gelince de foşur foşur indirdin başından aşağıya. "Keşke hayat hep bu anki kadar güzel olsa!" dedin. Gülümsedin... ıslık çalmayı biliyor muydun? Neyse zaten sorun değil. Bi şarkı mırıldanmaya başladın. En sevdiklerinden olsun ve mümkünse biraz uzun sürsün... Hazzı utaz! Ve...evet! Artık hazırsın. Giyindin çıkıyorsun evden. Merdivenleri indin...ya da zaten düz ayaktı,hiç zahmet etmedi