Kayıtlar

Şubat, 2015 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

ANNELERİ KİM EĞİTECEK?

Resim
Bütün tecavüzcüleri bugün öldürüp bitirsek bile , kadınların yeni tecavüzcüler yetiştirmesinin önünü nasıl alacağız!? Oğullarını Tanrı'nın yeryüzündeki sureti sanan anneleri kim eğitecek??? Kim onlara "Teyze ayıptır söylemesi, senin oğlunun topu topu beş santim çükü var, onla da dünyaya hükmedebileceğini sanıyor ama; söyle ona olmaz o iş! Hem  bu baya bildiğin insan-evladı, o da günde üç öğün tuvalete girip sıçıyor. Yazık ki bir tek sana kokmuyor! Biz leşinden buralarda duramaz olduk. Gözünü seveyim çek şu sıpanın kulaklarını!"  diyecek. O kadın ki muhtemelen gazete bile okumuyor. Değil ki seni beni duysun. O kadının işi başından aşkın. Büyük ihtimalle  gün boyunca o "insan-evladı" sandıklarının beyaz donlarını yıkamaya yetişemiyor. Oturup camış gibi yesinler diye, yemeklerini tam vaktinde hazır edemediğinde kesin fırça yiyor. Ve gene kuvvetle muhtemel, kızını dışarı gönderirken "bana bak, gecikirsen abin bacaklarını kırar, ona göre!" demeyi ihmal etmi

ACI ( LI ) GERÇEK!

Resim
MUTFAKTA NİYE KİMSE YOK (TU)? Mevzu şundan ibaret. Bugüne kadar blogta yazdığım yazıları kategorilerine göre ayırınca acı gerçek suratıma tokat gibi iniyordu ki tam;  bileğinden havada yakaladım. Dedim ki " Lütfen bana bir şans daha ver!" Dedi ki "Başkalarını kandırabilirsin ama beni (kendini) asla!" Dedim ki "Etme eyleme! kürek mahkumlarının bile son ricası dinlenir!" Durdu...gözlerini fal taşı gibi belertip bakışlarını gözlerimin içine dikti. Meret. Bi de keskin ki! Bir müddet kaldı öyle...bakmıyor canıma kastediyor sanki.  Derken...merhamet etti. "Buyur öyleyse" dedi. "Görelim marifetini" Marifet? Tırstım azıcık. Ama siz bana bakmayın. Ben ilk dalışımda da acayip tırtmıştım. Sonuç? Ayıptır söylemesi bugün baya bildiğiniz   profesyonel dalgıcım! Neyse sadede geliyorum. Evet bu konuda az biraz "geri"yim. Ama bugüne kadar yap-a-mamış olmam bundan sonra yapamayacağım anlamına gelmiyor. Şimdi de diyeceksiniz ki biz bunun

FEYZA ALTUN MERİÇ: HİÇ KUSURA BAKMASINLAR BİZE TAHAMMÜL ETMEYİ ÖĞRENECEKLER!

Resim
Ben onu bir sabah facebook'un ana sayfasında gördüm. Kucağında bebeğiyle duruşmaya girmiş, cübbeli genç bir kadın fotoğrafı. İçim kabardı birden, kan akışım hızlandı. Hiç öncesini sonrasını hesap etmeden mail attım. "Sizinle tanışmak, konuşmak istiyorum" dedim. "Elbette! seve seve" diye cevap verdi. Biz hemen önümüzdeki Cumartesi günü için sözleşmiştik. Ama o gün gelene kadar o kadar şahane şeyler oldu ki! Kendisi konuşmasa da, hep bir şekilde medyada gördük. Muhtemelen "bu kadarını" kendisi de tahmin etmemişti ama öyle ya da böyle şahane bir şeye vesile oldu. Bazen şunu düşünüyorum. Hayatta şikayetimiz olan hemen her konuda tek bir kıvılcıma bakıyoruz sanki. Sonra biri bizim yerimize kalkıp parmağını şıklatıyor ve ardından sürüklüyor hepimizi. Ama o "biri" hiç gelmeyebilir de! Bazen de o biri biz olmalıyız!! Değil mi? Her şeyden önce kendi adına bunu yaptığı için çok kalpten kutluyorum Feyza Altun Meriç'i! Kahraman beklemediği, ke

İKİ UCU PİS DEĞNEK!

Resim
"diyorlar kül olmaz, ateş yanmadan! denizler durulmaz, dalgalanmadan!" Ee! ne bok yiyeceğiz yani!? İki ucu pis değnek bu resmen. Hem dalgalanmak hem hiç durul-ma-mak istiyorsak peki. Yanmak yanmak...ve hep yanmak istiyorsak...mümkün değil mi? Kül olacağını bile bile insan yanmak ister mi? Yani ister de! Neye yarar diyesim geldi şimdi. Zaten buna çözüm bulsalardı "yalnızlığın çaresini" de bulmuş olacaklardı! Öyle yalandan şarkısını yapmakla bitmiyor yani. İşte bu yüzden beraber olmak yalnızlığı bitirmeye yetmiyor. Önce karışıp yanıyorsun cayır cayır...sonra közlene közlene ayrılıyorsun ağır ağır...Daha sonrası daha da beter. Kül olup dağılıyorsun...Bu resmen çok acıklı! :) Zeki Müren'le başladık. Sezen ablamızla bitirelim madem. "Işığa uçar bütün pervaneler, ateşe giderken ne şahaneler..." di! Sonra? Yansan bir türlü, yanmasan olmaz! O zaman bir ara sönmenin çaresini de konuşalım mı?

DENİZE GİREN İLK PADİŞAH

Resim
Ben İstanbul'a hep aşıktım; ama burda yaşamaya başladığımdan beri aklımı, kişisel gündemimi daha çok meşgul ediyor. Bu yüzden işte o kitabı rafta görür görmez elim jet hızıyla uzandı birden.   "İstanbul'un Deniz Hamamları ve Plajları" Burçak Evren'in bir kitabı. Aslında kitaptan çok ansiklopedi gibi. Boyutu da içeriği de  bu tabiri daha çok hak ediyor. İçini açıp sayfalarına hızla göz gezdirirken gördüğüm bir başlık hemen çağırdı beni. "Denize Giren İlk Padişah" Başlık niye bu kadar ilgini çekti ki diyeceksiniz şimdi muhtemelen. E ilk padişah diyor. Demek ki ondan önce birileri denize hiç girmiyor(muş)! Niye ki? Sizce de ilginç değil mi? Kitapta deniyor ki,  "Aslında ta 17. yüzyılda denize girildiğinin en büyük kanıtı Evliya Çelebi'nin Salacak sahiliyle Kağıthane Deresi boyunu anlatırken   "...cümle dilberan mahi temmuzda deryada çimerler...mukaşşer badam ( kabuğu soyulmamış bağdem) gül pembe misal vücudi nazeninlerin nılgın (kırmızı)  i

KADIN OLMAK SAHİDEN BİR TEK TÜRKİYE'DE Mİ ZOR!?

Resim
Ceylan Ertem'e bayılıyorum...Sesine, sahnedeki duruşuna, şarkı söyleme biçimine, her şeyine hastayım. Gülenay Börekçi'ye verdiği bir röportajı okudum bugün. Soluksuz okudum. Gene çok sahiciydi, gene bir tek "kendi" gibiydi. Özgün bir kadın. Her şeyi bir kenara koy, bunun için bile baş tacı ederim. Ama röportajın bir yerinde "kadın sorunlarıyla ilgili" şöyle bir cümle kurmuş. Hani o bildiğimiz klasik kompleks cümlemiz. Milli sloganımız gibi. Bazen (aslında sıklıkla) ben de yapıyorum. Diyor ki "Bu ülkede kadın olmak çok zor. Sahne kıyafetinle evden işe giderken bile bir dünya tacize uğruyorsun!" Bu gerçekten bir tek bizim ülkemizde mi bu kadar zor? Bence bir sürü başka konuda olduğu gibi bunu da kompleks haline getirdik biz. Buna katılmıyorum. Katılmadığım gibi itiraz ediyorum. Dünya çok küçüldü. Ben bile bir kaç kez yurt dışına çıktıysam bu  anlatacaklarım bence kimseye yabancı gelmeyecek.  Ben Londra'da üstümde kırmızı dizüstü bir etekle evde

UMUDUN BİTTİĞİ YER ÖYLE BİR YER Mİ?

Resim
Çok değil, daha altı ay öncesine kadar, Ankara'da Kocatepe'nin biraz yukarsında, Hacıyolu sokakta, beş katlı bir binanın teras katında yaşıyordum. Ev demek ne kadar mümkündü bilmiyorum ama ben acayip seviyordum. Mesela Selvi (arkadaşım)ilk geldiğinde saksıdaki çiçeklere uzun uzun baktıktan sonra şöyle demişti, "Hayret verici! köpek bağlasan durmaz ama; bunları bağlamşsın durmuşlar vallaha!" Siz ona bakmayın tabi; ben de bakmadım. Zira bloga yazdığım ilk yazım "Hayat" da fotoğrafı mevcut. Nesi varmış!? Bence cillop gibiydi. Tek şikayetim binbir gece masalları gibi başlayan ve bitmeyen merdivenleriydi. Nereye varacağını bilmediğin bir uzun seyahat gibiydi...Hele ki mevim yazsa...Çıkana kadar götünden ter iner, çıkınca da zaten (terasta oturanlar daha iyi anlar beni) biraz geçmeden beynin fokur fokur kaynamaya başlardı. İçinde çok mutluydum ben...o ayrı! Zaten kendimi bildim bileli bu konuda fena değilim. Kimselerin sevecek bir yan bulmadığı, kendi algısı çer