Kayıtlar

Şubat, 2013 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Aklımdan bir Zafer Ekin Karabay şiiri geçiyor...!

Resim
Hemen de yazabilirsin aslında bi duyguyu... biraz demlensin diye bekleyebilirsin de... demlikteki çayın  çökmesini beklediğin gibi... Uyanıp bi pazartesi sabahı, kalkıyosun yataktan...aynaya doğru ilerliyorsun! Gözlerin her zamanki gibi balık gözü...üşenmezsen,  buzdolabındaki buzluktan bi tane çıkarıp, üstüne bastırıyorsun...şişini  alır belki...(?) Tekrar dönüyorsun aynanın karşısına...bütün kadın dergilerinde bin kere okuyup iyice ikna olduğun üzere...toniğe,  o yoksa gül suyuna uzanıyorsun! gözenekleri sıkıştırmayı unutma diyorlarya hani... sıkı sıkı tembihliyorlar bin yıldan beri... Sonunda ikna oluyorsun, hatta kanıksıyorsun! Bu "gözenek sıkışması" denen meret çok mühim bişey olsa gerek diyorsun!!! Bi süre böyle gidiyor... Sonra "her işte olduğu gibi" unutuyorsun... ya da zamanla...daha az umursuyorsun! Ha! diyebilirsin ki... Bir sabah ritueli bu be kızım! Yuh artık! İnsan bunun da altını böyle deşer mi...? Bu kadarı neyin nesi? Şu bardak

Anlardan bi "an" işte...

Resim
Sanma ki gece gece sıkıldım da; canım kalkıp iki  "polyannacılık" oynamak istedi! Değil canım, değil! öyle değil... Sadece son zamanlarda "güneşten" bi alacağım vardı! çok da saçma gelirse, ona sayarsın bu gece karaladıklarımı...! :) Bazen oluyor işte, hepimizin bir "bahaneye" ihtiyacı... Peki Hayyam yaşasaydı, sorsaydık.  Kimbilir... şarap içmeyenin sarhoşluğunu bize neyle açıklayacaktı? Misal, tek kadeh atmamışsın ama başın dönüyor... ellerin uyuşuyor... Bildiğin (ya da hiç bilmediğin) çakır keyif bi hal işte... Mevsim gene kış böyle... hatta gece...! Nasıl oluyorsa oluyor, bir umut doğuyor içine...!  Kalkıyorsun oturduğun koltuktan, Pencerenin önüne doğru yürüyorsun... Önce nefesini üfürüp cama,  bi güneş çiziyorsun işaret parmağınla... Derken...Tatlı bi flört başlıyor aranızda... Hatta, Frank Sinatra çalıyor olsun fonda, "all the way" desin...sana! Hiç tanı(ş)madığın; ama çok iyi tanıdığına inandığın -biri- en  ih

Sevgiler(im)le...

Resim
Ben on dokuz yaşındaydım o yirmi bir. Çocuktuk diyemem belki ama; pek yetişkin de sayılmazdık. İzmir'in bütün sokak aralarını,  birlikte adımladık. Bazen yokuş yukarı tırmandık, bazen yokuş aşağı yuvarlandık... Çeşme'nin püfür püfür esen rüzgarına karşı sakızlı türk kahvesi hüpletir, Alaçatı'da sosyete boyözü yerdik :) Çok çabuk sinirlenirdim ben herşeye...(hoş o konuda pek terbiye edebilmiş değilim hala kandimi de...neyse...) Gereksiz çıkışlar yapar, gereksiz kalbini kırar, sonra özür dilerdim. "Afedersin! biliyosun işte, ben çabuk sinirleniyorum her şeye" derdim. "Hıhı...ben de zaten -sinirlerimi aldırdım çünkü- " diye cevap verirdi. O cümle -barışın-habercisi olurdu... gülerdik... Ne zaman neye isyan etsem, hep aynı şeyi söyler dururdu..."ben varım gülüm...!" "gülüm diyip durma bana yaaa! çok kıro geliyor kulağıma, sevmiyorum işte biliyosun" derdim her defasında. O, her defasında yine söylerdi... ... Habers

İTİRAZ ET! hayat, itiraz edenlerin omuzlarında yükselecek...!

Resim
Çok güzel tasarlanmış bir  kitap kapağı kadar albenisi var. Olağanüstü güzel yazılmış bir  şiirin son cümlesi kadar vurucu...! Bir şairin en cüretkar olduğu an kadar çıplak! ... Karşımda, biraz çocuk, biraz yetişkin, biraz -erkek- ama çok yüksek dozda bir "kadın" var...! Öylece baka kalıyorum... Ne kadar küçük, ne kadar BÜYÜK, ne kadar höt-höt, ne kadar naif...ne kadar güçlü bi kadın görüyorum...! Nutkum tutuluyor...ağlamak istiyorum...! Duygu patlaması mı? muayyen günümde miyim? neyin nesi bu? bu nasıl bir duygu? İçimden "aşk" geçiyor... içimden "savaş" geçiyor... İçimden "küslük" geçiyor... İçimden barışıyorum....! (barıştıklarım,  henüz bunu bilmiyor...) İçimden "ayrılık" akıyor... içimden "vuslat" geçiyor... İçimden "hasret" geliyor... İçimden sarılıyorum....! (sarıldıklarımın, hiç haberi yok bundan....!) "Biliyorsunuz" diyor..."ben gitmelere takığım, git, git(me),

Bi "şey" söyleyeceğim...!

Resim
Sonsuza kadar... Paul Auster'i hiç sıkılmadan okuyabilir; Amy Winehouse'ı  hiç bıkmadan dinleyebilir, hiç kusmadan tiremusu yiyebilirim. Tek başıma; Üst üste beş tane tekila atabilir, Bi şişe şarabı devirebilir, Canım çok sıkkınsa, ardı ardına  üç sigara yakabilirim. Aziz Nesin'in aynı hikayesini her okuduğumda,  ilk defa okuyormuşcasına kahkahalara boğulabilir, Avrupa Yakası'nın (şimdi olsa bugün, hala...) Burhan Altıntop'unu izlerken koltuktan düşebilir, Gülten Akın'ın bütün şiirlerini ömrümün sonuna kadar yüreğimde yorulmadan taşıyabilir, Zaman zaman kendimizi çok bi matah sandığımız tüm yaşanmışlıklarımıza rağmen, sadece Tanrı'nın   birer "oyuncağından"  başka  - hiç bi şey- olmadığımız üzerine, sizinle  her türlü bahse girebelirim! Birine aynı -kırgınlığımdan- durmadan bahsedebilir; çok sıkıcı hale gelebilir, çok gereksiz tekrarlara düşebilirim. Bitter moon'u defalarca izleyebilir her defasında aynı keyifle sonunu geti