Kayıtlar

Ekim, 2013 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Benim cool Cumhuriyet'im...

Resim
Yaş alıyor ama bi türlü büyümüyor...Çok toy, çok kırılgan, bi türlü kaşarlanmıyor. Derisi kalınlaşmıyor. Rüzgar esse üşüyor, yağmur yağsa, hazırlıksız. Saçları püskül püskül önüne düşüyor...Yobazın teki gelip eteğini çekiyor, taciz ediyor, kalbini kırıyor...! Benim Cumhuriyet'im cool. Her önüne gelenle tokalaşmıyor, elini uzatmıyor. Her üstüne giyende iyi durmuyor. Haliyle seveni kadar sevmeyeni de çok. Biz böyle bi milletiz. İlle de iki dakkada bizimle ense tokat olsun isteriz. Ne var ki o mağrur...burnu düşse, dönüp bakmıyor. Biz mağrurları da çok sevmeyiz mesela, ille mıç mıç olalım, birbirimize her lafı sokalım, birbirimizin heryerini ezbere bilelim isteriz...Yok! O izin vermiyor. Ruhani bir aşka  inanıyor! Sadece kendi sevdiklerine, sadece kendini "gerçekten" sevenlere teslim oluyor...! Nasıl ki sen, asansörsüz bi binada, bi gece yarısı, üçer beşer çıkarken merdivenleri, sadece ve sadece çok güvendiğin bir insan varsa arkanda, ancak o zaman bırakıyorsun kend

Kinyas ve Kayra

Resim
Eminim ki her yazar yazdığı kitapta en kötüsünden dört satırın altı çizilsin, akılda kalsın, hafızalardan hiç silinmesin istedi. İstiyor...Yirmi dört yaşında böyle bi roman yazarken, aklına gelmiş midir Hakan Günday'ın, kızın teki bir pazar öğleden sonra, evinin terasında bi fincan kahve ve sonbaharın tüm renkleriyle, kitabını çize çize hallaç pamuğuna çevirsin!? Sevinmek ne kelime? belki de içerlerdi..."çok geç kalmışsın be güzelim, çok geç..."  diye de iç geçirirdi. Yüz bin kere özür diliyorum...Bu benim ayıbımsa, o'nun da ustalığı olmalı. Er ya da geç okumayı seven herkesin eli, aklı, kalbi...mutlaka Kinyas ve Kayra'yla buluşmalı! Şiir mi okuyorum roman mı? belli değil. Bu nasıl güzel bir anlatımdır! Onlar boşlukta öylece duran kelimeler mi, yoksa içimde çalan bir ezgi mi? Resmen müziği var bu kitabın. Bazen gümbür gümbür davul çalıyor, bazen ağlayan bi gitar. Bazen bi yan flüt ağzımın kenarında...ıslanmış dudaklarım. Meğer ne kadar aç-mışım. Sorun bende değ

Keşfet...geç

Resim
Ben şoför mahallinin hemen yanında oturuyorum. O arkada. Üç kişiyiz arabada. Herkes kendi halinde, miskin miskin yola bakınmakta… Derken, arkadakinin sesi yükseliyor birden. “Oya! Şimdi bu şairler, yazarlar sadece keşfetmeyi seviyorlar öyle mi?” diyor. Ne demek o? diyorum. Soruma soruyla cevap veriyor. “ne demek, ne demek?” Şaşkın şaşkın dönüyorum arkama…tam ben cevap verecekken, şoförün sesi yükseliyor bu kez. “Yani Oya hanım diyor ki, hayırdır! bi yanlışımızı mı gördün?” Ağzına sağlık diyorum gülümseyerek…evet aynen bunu söylüyorum. Bir eleştiri mi bu, yoksa yalnızca durum tespiti mi? Durup dururken böyle, nerden icap etti? “öyle işte” diyor. “Keşfet bırak, keftet bırak, bence sizin olayınız bu!” Birincisi, yazmaya gönül vermiş bi insan evladıyım diye, beni o kategoriye koymuş olması itiraf etmeliyim ki alttan alta çok hoşuma gitti. Ne var ki cümlenin içeriği pek cezbedici değildi. Eşşek değilim tabi. Aldım mesajı. Diyor ki: Siz hiç bişeyde uzun

Senin taptığın kitabın Allah'ı kim?

Resim
Gündemden düşmüş bi haber. Layığıyla gündem oluşturdu mu onu da bilmiyorum. Ben yeni okudum. Şu bayram tatilini icad edenlerden allah razı olsun. Yoksa internette ne böyle yaya yaya vakit geçirebilir ne de bu hadiseyi bi şekilde duyar idim.  Ali Ağaoğlu diye bir adam. Geçtiğimiz ağustos ayında bi magazin dergisine "ortanca"sıyla poz vermiş. Bu benim küçük oğlan, bu da "ortanca hanım" deyivermiş. Allah ıslah etsin. Bu nasıl bir tabirdir, bu nasıl fikir nasıl zikirdir? Ortanca hanım ne demek be adam? Sana mı öfkeleneyim, yanında ağzı kulaklarında poz veren, sana bu izni veren ve  halinden de son derece memnun gözüken o  kadına mı?                                   FOTOĞRAFTAKİ GERÇEK MAĞDURU BULUNUZ Bi zaman okuduğum bi kitapta şöyle bi cümlenin altını çizmiştim. Diyordu ki : Karşınızdaki insana, size nasıl davranması gerektiğini siz öğretirsiniz! Yani diyor ki, kimse size, sizin izin vermediğiniz bir şeyi yapamaz. Ha kendi cürretiyle, fütursuzluğuyla

Bir hayal kırıklığının tozunu süpürür gibi...

Resim
Scharlett Johansson'a bayılırım. Hatunun güzelliği başlı başına seyirlik ve zaten  Woody Allen'la arka arkaya çektiği filmlerden sonra da  bi ayrı severim. Yeni filmi çıkınca da koşa koşa gittim.  Kalbim Sende diye çevirmişler. Filmin adına da afişine de bakınca romantik komedi olduğu direk anlaşılıyor zaten. Gidenler biliyordur ama gitmeyenleri uyarmak istedim. Abartmıyorum; ilk dakikalarda nerdeyse porno filmine mi geldim ben şaşkınlığına düşüyorsunuz. En azından ben düştüm. Siz düşmeyin. :) Nooluyoruz yahu! demeye kalmadan , zaten konunun ana teması olduğunun farkına varıyorsunuz. Şöyle ki, filmde esas oğlan bir porno-film bağımlısı. İzlemeden duramıyor. Acı olan şu ki, gerçeğine tercih ediyor. Hiç bir gerçek sevişme ona bi bilgisayar ekranından tek başına porno izleyerek masturbasyon yaptığı an kadar haz vermiyor. Derken, esas kız beliriyor. Daha ilk görüşte oğlumuzun aklını başından alıyor. Klasik romantik komedilerde ne olur? Aşkı bulan, anında kötü huylarınd

Zilif...Oruç Aruoba'ya minnetimdir!

Resim
Bir felsefe adamı. Bir yazar. Yazar dediysem yalnız, öyle böyle değil, yazarken fincanı taştan oyar... Oğlan çocuklarının misketleri gibi taşıdım onun kelimelerini cebimde. Canım sıkıldıkça döküp önüme, oynadım saatlerce. Bazen de baharda, sokağın başında alıç satan amcanın alıçlarıydı. Alıp boynuma taktım. Hatır hutur etti dişlerimi geçirdiğimde. Öyle içime aldım. Öyle sindirmeye çalıştım. Ve sanırım, benim aç ruhumu onun kadar iyi doyurabilene, çok az rastladım. Sebepsiz sevenler vardır birilerini hani. Hiç onlardan ol(a)madım. Şimdi böyle methiyeler düzüyorsam şahsına...çok gerçek sebeplerim vardır. Hangi birini sayayım!? İki gün önce aldım Zilif''i. Sonbahar çıkarıp attı sırtındaki ceketi. Hafifledi... Sonra sıra bana geldi. Kötülükler kadar, iyi şeyler de bulaşıcı neyse ki. Mesela cesaret gibi... Açtım gömleğimin tüm düğmelerini...hadi! bi kez daha darmaduman et beni...ve lütfen, uyandığımda gitmemiş ol! Bir babanın, kızına yazdığı bir mektup Zilif. Bir anıyı an

Çorap mevsimi...

Resim
Nisan mayıs ayları, gevşer gönül yayları diye boşuna demiyor kimse. Yaz, insana boş-verdiriyor. Yaz insanı yan yatırıyor. Dünya yanıyor da, bir tutam otumuz olmuyor içinde. Öyle bi ruh hali...kendinden geçiriyor seni...beni. Hep derim. Biri korku, diğeri soğuk. İyidir. Diri tutar! Özlemişim...vizyonda hangi filmler var diye bakmayı, bi kitapçıya girip, aç gözlü bi kurt gibi beşini birden bağrıma basıp çıkmayı. Heyecanla eve getirip, incelemeyi. İlk sayfalarını açıp, önce tarihi sonra adımı karalamayı. Bi adım sonrası için hayal kurmayı...sonra o hayali desteklemek için arkasına yastık koymayı. Sonra Yalan Dünya'yı...düşün işte, televizyon açmayı bile özlemişim...Yaz boyunca üç ya da dört kere açtım heralde. Onlarda da ya bi müzik kanalı açıp, sesini en kısığa getirip, fon olarak kullanmışım, ya da hemen sıkılıp kapatmışım. Bugün açtım. Baktım Yalan Dünya var. Bak işte dedim. Gülünecek şey de var...daha ne olsun! Reklam arasında arka odaya gittim. Desenli çoraplar denedim. Siyah.

Klik

Resim
Kesin kararımı verdim. Eminim. Sesler de nefes gibi...bi şeyin ağzından çıkıp, senin kulağına geldiği o an, ya şahane bir öpüşmeye benziyor, iyice karışmak bütünleşmek istiyorsun onunla. Ya da tadını sevmediğin bir yemek gibi, en yakın köşeden dönüp, uzaklaşmak istiyorsun. Yanağıma kondurduğunda gelen cork sesi, deklanşöre basıldığında gelen klik sesi, tirbüşonla şarabın mantarını çektiğin o andaki pıt sesi, sakin sakin akan bir derenin şırıltısı...Kimseye değil de sadece bana söylediğin o sırrın kulağımdaki fısıltısı, en beklemediğim anda gelen bi mektubun zarfını keskin bir bıçakla jilet gibi ikiye bölerken gelen o ince tını,  bi dağ başında çadırımın üstüne şıp şıp damlayan yağmurun pıtırtısı, bi de sonbaharda rüzgarın yaprakları birbirine değdirirken gelen hışırtısı... Ve mesela Leonard Cohen "I'm your man" derken... Sertab Erener "iki gözüm seneler geçiiiyoor...gönül ektiğini biçiyoorr..." diye bir çağlayan gibi akarken...Şebnem Ferah "İçine gi