Kayıtlar

Mart, 2013 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Evren'e yolla...! :)

Resim
O kadar uzun zaman olmuş ki ben metroya binmeyeli. Evimle işimin arası topu topu üç otobüs durağıydı. Bazen yürüyor, bazen otobüse biniyordum. Zırt diye düşüyordum varmak istediğim yere. İşteysem eve, evdeysem işe. Ne var ki işin rengi değişti. Dün sabah kalktım. İstikamet önce Kızılay metrosu. İndim metroya. Bi kart aldım kendime, geçtim turnukelerden ve atladım gelen ilk trene... Hem de bomboş. Karşımda üç kişi oturuyor, yanımda sağ ve solumda olmak üzere birer kişi. Karşımdakilere bakıyorum önce: Üçü de erkek. Birinin kulaklığı takılı, belli ki müzik dinliyor...zira ritim tutan bi hali de var... Diğeri uyukluyor...gözler kapalı...kafa aşağı. En soldaki cin gibi. Benden daha cin! gözleri fel fecir okuyor... :) Çabuk sıkılıyorum üçünden de. Malzemeleri yok. Oyuncaklı değiller... Bir dakikadan fazla ilgimi çekemediler. Sağ yanımda oturana doğru dönüyorum hafiften... Hepimizin en sinir olduğu şeyi yapıyorum. Adamın omzunun solundan gazetesini okumaya başlıyorum.

Hayal ediyorum...!

Resim
Hayal ediyorum... Bir gün bir sokak müzisyeninin dizini dibine oturup, çirkin sesimle ona, bağıra bağıra vokal yapmayı... :) Bir şişe "köpek öldüren" e bakar. Hayal ediyorum... Bisikletle heryerine gidebildiğim bir şehirde yaşamayı. Yüzmeyi...koşmayı... Bedenen daha çok yorulurken; ruhumun  hep tazelendiğini... Yüreğimin hiç oturmadığını, aklımın hep ayak üstü olduğunu... Bir Nil Karaibrahimgil bezetmesindeki güzelliği hayal ediyorum sonra; "Yeşilliğe su atan manavları..." Taze kalsınlar diye. Aklını başından almayı  hayal ediyorum mesela; aklımı başımdan aldığını... Uçtuğumu.... Hafiflediğimi  hayal ediyorum... Bin bavula tüm hayatımı sığdırabilecek kadar özgür olmayı... "köprü üstü aşıkları" gibi...rüzgar nereden eserse, o yöne sapmayı. Evet; En çok onu hayal ediyorum. Özgürlüğü(mü)... Özgür olduğumu, Hiç bir  yere ait olmadığımı... Misal; oturduğum koltuğun benim olmadığını... O masaya, o sandalyeye mecbur olmadığımı. Haya

Devlet izniyle sevişmek... mi?

Resim
Biri kadın, diğeri erkekti. Oturduğum kafede yan masamda  oturuyorlardı. Birbirlerine aşık oldukları her hallerinden belliydi zaten ama; ikisinin de başkalarıyla evli olduklarını az sonra öğrenecektim. ... Yaklaşık kırk beş dakika sonra dersim var; uzun uzadıya bişeyler yapmak için kısa ama deli dehşet bi yağmur altında,  bi yerlerde ayak üstü vakit geçirmek için uzun bi zamanım var...Haliyle bulduğum ilk mekanın kapısından süzülüyorum içeri. Sıradan...aslında kafe demeye ramak kala bi yer. Bildiğimiz Simitçiden biraz hallice. Oturuyorum rast gele bi masaya. Garson geliyor...ne istediğimi soruyor. "Çay" diyorum tek kelimeyle. "Hemen" diyip gidiyor. Telefonum çalıyor tam o sırada...canım kimselerle konuşmak istemiyor. Açmıyorum. Sessize alıp, bi sigara yakıyorum. İşten çıkmışım...yorgunum...dışarda deli bi yağmur yağıyor...şemsiyemi unutmuşum...içimden birine küsmüşüm...O'nun bundan haberi bile yokmuş...saçlarım ıslak... Derken... Kafamı sağa ç

Puzzle...

Resim
Kızılayda, daha bu yakınlarda açılan Mango mağazasının içindeyim. İçimden şu cümle geçiyor: Anlaşıldı! Siyah beyaz bu yaz ortalığın damına koyacak! SArılar, yeşiller fuşyalar da var ama; ağırlık siyah ve beyazda. Benim gönlüm de onlarda! Beşiktaşlı olduğum için değil sırf; yemin ederim! Kendimi bildim bileli siyah ve beyazın uyumu beni hep cezbetti. Doğadaki en zıt iki rengin bir araya gelip, öyle bi ahenk yakalamısna hep bi anlam yükledim! Kocaman  bi anlam! Ucu bucağı olmayan... ... İşte...dün de hep olduğu gibi, gözümde o zıtlığa duyduğum hayran hayran bakışlar...elimde bi tane siyah beyaz çizgili bi pantolan var. Kabinin önündeyim. Sıra bekliyorum... Mango mağazasını da bilenler biliyor zaten. Mağaza değil, bit pazarı mısın mübarek! Sanırsınız bedava dağıtıyorlar...kabin sırasında da kasa sırasında da bildiğiniz bir izdiham.... Derken...o kalabalığın içinde yanımda  dört beş yaşlarında bi oğlan çocuğu beliriyor. Öyle afacan, öyle cin bakışları var ki... bayıl

Nurgül Yeşilçay gibi kadınlar çoğalsın...çok olsun istiyorum!

Resim
Nasıl ki erkeklerin bin bir çeşidi varsa, kadınların da var. Açıklısı, koyulusu, aklı bulanık olanı, sözü net olanı, ruhu karanlık olanı, gönlü aydınlık olanı... Hazır cevaplısı...kararsızı. Sözünde duranı, dönek olanı! Çok çalışanı, hep koşanı...buna karşılık sırt üstü yatanı.... Ve daha neleri... Nurgül Yeşilçay'ı çok seviyorum çünkü; Net bi kadın! Lafı hiç eğip bükmüyor, birilerine yaranmak için kulağını tersten göstermek gibi tuhaf akrobatik hareketlere girmiyor. Aklıyla dilinin mesafesi çok yakın...yorgunu yokuşa sürmüyor!  Üç vesait yaptırmıyor. Mesela " hakkınızda çıkan aşk haberlerine eski kocanız ne diyor?" sorusuna: Cem sadece çocuğumun babası, o da çocuğumu ilgilendirir! Ne dediğinin benim için bi önemi olamaz!" diyor... Mesela; ilerde oğlunuz büyüdüğünde, filmlerde oynadığnız cesur sahneler için size müdehale etmek isterse?" sorusuna;  "Birbirimizin hayatına bu kadar karışmayalım istersen oğum!" derim diyor.. Şimdi diyebilir

Oldu bitti...geçti gitti ama; Anlamadım!

Resim
Bunların hepsi geçti gitti...oldu bitti de; benim aciz aklım bi türlü akıtamadı süzgecinden... netleştiremedi içinde. Şöyle ki; bu Oscar ödülleri sahiplerini  bulduya hani. Dediğim gibi, oldu da bitti maaşallah nazar değmez inşallah AMA; Aklıma takılmış bi şey var ki; içinden çıkamıyorum. Bilen varsa beni aydınlatsın ne olur? Bu ödülü veren jüri,  aynı zamanda ödülleri kimlerin vereceğine de mi karar veriyor? Pardon, baştan alıyorum. Soruyu daha net bi şekilde soruyorum. Ödülleri sahiplerine verecek olanları  kim ya da kimler belirliyor? Onları da ödülleri veren jüri seçiyorsa ne ala ama;  sanmıyorum. Hal böyleyken de; ödülü alan en iyi filmin Argo olmasıyla ödülü verenin  pek sevgili Mrs. Obama:)  olması arasındaki tuhaf tesadüfü neye yoracağımı bi türlü bilemiyorum. İnsanın aklına şu soru geliyor ister istemez. Tesadüf değil de, kasti atış mıydın mübarek? ... Gene son günlerde olup biten ama bi türlü anlam veremediğim "anlamlı" bulamadığım zira bütün köşe y

Kelebeğin rüyasından bana kalan...

Resim
"Sebebini bilmediğim gizli bi kibir var bende Muzaffer! Yalvaramıyorum... Yalvarsam, belki de gelecekti adam!" .... Kelebeğin rüyasından bana kalan...içime en dokunan an...! Bu kibir denen mereti nereye koysam, yakıştıramazdım da! Sözüm ona, hayatın "tesadüfü! (?) "  bu ya... Şairin adı Rüştü Onur! olunca... Kibir diyemedim ben ona...öyle göremedim. "Onur!" dedim adına... Öyle dinledim...öyle izledim...öyle hissettim. Öyle "onurlu" baktı bana...öyle "onurlu" dokundu ki sol yanıma...! Hala hissediyorum...taaa şuramda! ... Bi zaman önce de Can Yücel için söylemiştim hani. Adamın adı Can olunca böyle "Yüceliyor...!" demek ki demiştim. Yazmaya gönül verince...böyle oluyor demek ki! Bayılıyorum kelimelerle oynamaya... Elini hiç bırakmak istemediğim bi çocuk eli sanki... sırtımı hiç dönemediğim bi sevgili... Yüzümü hiç çeviremediğim bi dost yüzü! Vakitli vakitsiz...taş atıyor camıma... El ediyor..."oyuna