Kayıtlar

Kasım, 2014 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Şehvetimi yitirdim. Hükümsüzdür!

Resim
"İyi haberler genelde siz tam ümidinizi yitirmek üzereyken gelir, kötü haberlerin böyle bir ayrımı yoktur" diyor, Aylin Balboa ilk kitabı Belki Bir Gün Uçarız'da. Önce altını çizdim, sonra üstüne biraz düşündüm...Aklıma ilk gelen kötü haberlerin de aslında hep bir "sabaha karşı" geldiğiydi. Ya da benimkiler hep öyle geldi...Çocukluğumdan hatırladığım, o telefon nedense hep bir sabaha karşı acı acı çalar, babam beyaz atletiyle yataktan gözünü ovuştura ovuştura fırlar, sonra da o telefonu kırar gibi çaaat diye yerine indirirdi. Ne hikmetse, kırılmazdı hiç.  O da ayrı bir konu ya...neyse. Hem belki de bu evrenin benim ve babam için seçtiği özel bir saattir. Bilemem ki!... Daha iki gün önce dedim ki "hadi şunu artık yapsana" diyen bir arkadaşıma. "Şehvetimi yitirdim!" Yaslanmıştı sandalyeye. Doğruldu birden, masaya doğru eğildi. Gözümün içine tuhaf tuhaf baktı ve Sevda Demirel misali "Ne dedin seeennn?" dedi. "Duydun iş

Kadını zaptetme meselesi!

Resim
Soranlara yirmi yaşındayım diyor ama on yedi yaşında. Lise ikinci sınıfa gidiyor. Adı Aslı. O kadar güzel ki...aklın hafsalan almaz öyle söyleyim sana. Kız değil mübarek, baharda yeşilin üstüne konmuş bir su damlası. Dupduru...gir içine yüz... Hoş sen öyle de arınamazsın amma! neyse... Bu yazının başlığı "BAZI ERKEKLERDEN NEFRET ETME NEDENLERİM" olabilirdi aslında. Dedim hadi o kadar sert girmeyim gene, yüz yüze bakıyoruz şurda.  Ne diyordum, ha Aslı. Dünyalar güzeli Aslı... Çalıştığım yerde staj yapıyor. Dolayısıyla haftada üç gün hemen dizimin dibinde çalışıyor. Mekan yakınlığı da başka bir şey. Hemen arkanda oturanla, yanında oturan insanla kurduğun iletişim çok fark ediyor. Canın sıkılıp da kafanı kaldırdığında "pofladığını" ilk o görüyor. Yüzün düşer düşmez yana döndüğünde gözlerininin sönen ferini ilk o farkediyor. Elinin altında aradığın şey yoksa elin ilk ona doğru uzanıyor. Olacakla öleceğin önüne de hakkaten geçilmiyor. Uzandı elim bi kere. Dönüşü

Aradığım hiç bir şeyin yerinde olmadığı o gün!

Resim
Bana neyse? Gerçi sevaptır. Resmi görevle, mahkeme kararına rağmen,  kızını babasıyla görüştürmeyen kadından kızını alıp, babasına teslim etmek üzere yola koyuldum. Niyetle akıbet gününde olmayacak ki, örtüşmedi.   Meğerse kız anneyle üç gün öncesinden olay mahallini terketmiş. En azından komşuların beyanı bu. Teoman ne diyor? "insanlara güvenmeliyiz, beyan esastır!" İyi madem, biz de öyle yaptık zaten.  Yanımdaki polis memuruna dönüp "sizi de boşuna meşgul ettik; üzgünüm..." dedim. o da bana "Olur mu öyle şey! Görevimiz" dedi. Helalleştik. :) O yoluna ben yoluma gittim. Onun günü nasıl geçti bilmiyorum ama; ben benimkiyle, nasıl desem...pek sevişmedim.  Hayal ettiğim o kırmızı eteği hiç bir yerde bulamadım. Banyoda havluya takılıp düşen pirsingimin göbeğimde bıraktığı boşlukla oynadım biraz...sonra o boşluğu bir an evel doldurmam gerektiğine karar verip incik boncukçulara daldım. Hiç biri "tam istediğim gibi"DEĞİLDİ!Almadım. Dile kolay, tam

bu kızın başı niye hep ağrıyor dostum?

Resim
Uyurken burnuyla ıslık çalmasına bayılıyordum. Enteresan bir melodisi vardı üstelik. Hiç şaşmazdı. Her  gece uykuya  daldıktan takriben yedi sekiz dakika sonra başlardı tatlı tatlı kulağımı kaşımaya...Kaşımak biraz yanlış oldu burda aslında. Sen daha çok gıdıklamak gibi anla...Bir ara  bunu ona söylemeyi çok düşündüm. Sonra olabilecekleri düşünüp vazgeçtim her defasında. Bozulacaktı. Eminim. Ya inceden dalga geçtiğimi, hatta horluyorsun diyemediğim için hadiseyi biraz süslediğimi düşünecekti. Horlamıyordu oysa. Resmen sanatını icra ediyordu yatağımın sol tarafında ve bunu bilinçli yapıyor olsa, az bi çabayla yan flüt sesini yakalamasına hiç şaşırmayacaktım.   Derken...bir gün bir kavga anında, elimdeki bıçağı belden aşağı savurdum gitti. "Zaten uyurken sabaha kadar kulağımın dibinde burnunla ıslık çalıyorsun. Zamansız çalan kötü kapı zilleri gibi  zarul zurul ettiğin yetmediği gibi uyanıkken de  karşıma geçip  böyle abudik gubidik zırvalıyorsun" dedim ve devam ettim. "

Kütüphanede buldum böyle çıktı, barda bulsam ne çıkacaktı?

Resim
Sanırsınız bir yerlere atom bombası düştü. Öyle bir feryat. Deli gibi bağırıyor salonun ortasında. "Ben" diyor... "ben bunu kütüphanede buldum, tam bir orospu çocuğu çıktı, barda bulsam ne bokum çıkacaktı?" Allah için güzel soru şimdi. Hakkını yemeyelim. Kimin aklına gelir kütüphanede "bulunan" manitanın on numara bir üçkağıtçı çıkacağı. Aslında sorun algımızda tabi. Şöyle bi bakıyoruz üstün körü. Adres doğru, elde tutulan malzeme doğru. E daha ne olsun ki? E öyle olmuyor demek ki!? Bizimki kendini doğrulamaya çalışıyor.  Adam doktora tezi hazırlıyor. Na bu kadar kitapların içine kafasını gömüyor, Ağzını açınca Aristo diyor, Freud diyor hoop ordan Shakespeare'e geçiyor.  Geceleri kulağıma dünyanın en güzel şiirlerini okuyor. Kafamı açıyor, ufkumu açıyor, beni her haliyle kendine hayran bırakıyor. Sonra gidip en yakın arkadaşımla yatıyor" "Ne? Bir dakika bir dakika, Allah aşkına sen şunu bi baştan anlatsana"  diyorum. "Yorma