Kayıtlar

Haziran, 2013 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

En az Paris kadar iyi bir fikirsin...!

Resim
Hayatımda duyduğum en güzel iltifat bu oldu galiba, ya da daha iyisi yapılana kadar bu!  :) Soğuk bet bir Ankara günüydü. Hava kasvetli, yağmur ha yağdım  ha yağacağım oyunları oynuyordu. O koltuktan diğerine atıyordum kendimi. En sonunda ikisinin ortasına düştüm. İy ki düşmüşüm... Kafamda ampül yandı resmen. :) Sarıldım telefona. Dostum, kardeşim, arkadaşım...genetiğimde olmayan, kendi yarattığım ikinci ailemin en büyük hisse ortaklarından biri O. Dedim ki : Napıyorsun acabaaa? Dedi ki: Kordonu bisikletle geçiyorum şu an. Dedim ki: Hainsin! Canımı fena çektirdin. İn çabuk ondan yoksa düşeceksin! Dedi ki: Bilirsin! maharetliyim. Tek elimle şahane bisiklet sürerim. Dedim ki: O zaman Paris'e gidelim!  (Bastı kahkahayı...) Dedi ki: Bisiklet mi süreceğiz? Dedim ki: Sabrina'yı hatırla! ne demişti? Dedi ki:  Paris her zaman iyi fikirdir! Dedim ki: Bravo doğru cevap! Dedi ki: Sen de en az Paris kadar iyi bir fikirsin! Dedim ki: Deme öyle bak, inanacağım! Dedi ki

Saffet Emre Tonguç ile boğaz turu...Soru şu: İstanbul bir "sır" olsaydı?

Resim
"Yarim İstanbul! gel öpeyim...gerdanından." İstanbul bu kadar can çekişmemişti daha, kan kaybetmemişti. İstanbul bu kadar uykusuz, yorgun, kırgın değildi. İstanbul böylesine direnmemişti belki de hiç. İstanbul'u son gördüğümde "DURAN ADAMLAR"a gebeymiş meğer... Hiç çaktırmadın ya, alacağın olsun İSTANBUL! Ben olsam sırrımı verirdim sana! :) Karnını nasıl da içine çekmiş. Tarih 25 Mayıs 2013'tü ve koordinatlarımız Kabataş iskelesini gösteriyordu. Üstelik günlerden pazardı ve "pazarları hiç sevmem!" edebiyatına bi kez daha nanik yapmış olmanın paha biçilemez hazzını sürüyorduk... On yıldır Hürriyet gazetesinde seyahat yazıları yazan, Dokuz tane kitabı ve pek çok ödülü olan ve de kaçınılmaz olarak Türkiye'ye gelen tüm yabancı starları gezdiren bir seyahat uzmanı ile hem şahsi olarak tanışmayı çok istediğimizden; hem de şehirlerin şehrine "sana bir boğazdan baktım canım İstanbul..." diyebilmek için beş kafadar düştük yol

Renklerimiz solmasın diye...!

Resim
İnandığım her şeyin müminiyim. Ne var ki senin "ibadetine" hiç  benzemiyor ibadetim. Benim dünyam inanınca dönüyor... ama senin inanma şeklin benim dünyamı yıkmaya  çalışıyor. Neden bu kadar öfkelisin!?!? "Bana bir harf öğretinin kırk yıl kölesiyim!" mesela... Kötülüğün efendisi olmaktansa, güzelliğin kölesi olmayı yeğlerim! Peki sen bu kadar zulmü  nerde giyindin??? Naçizane dileğimdir senden... Nerde giyindiysen, git orda soyun lütfen...! Tüm kimliklerini bırak o eşikten geçerken. Bi şeyin "başı" olmaktan değil, sonunu iyi getirmekten gelir asalet! Tek bir Allahın kulu yok mu? Seni buna ikna edebilecek. ZAfer toprağın sahibi olanın değil, o toprağı ekip biçenindir be Paşam! Gözünü seveyim, hiç değilse  bir insan gönlünün yarı çapı kadar eğil. Belki daha sağlam basacaksın kalktığında ayağa. Bilemezsin ki... Ne dersin? Bu riski almaya değmez mi? Beni dinlemeni beklemiyorum ama; bir dilek tutuyorum işte, kendi hudutsuz dünyamda...

Ey Özgürlük...!

Resim
Boyumdan büyük beylik laflar etmeyi hiç sevmem ama sanırım şimdi bi tanesini edeceğim. Bir kadın ne denli özgür ise yaşadığı toplum da o denli özgür olur. Kadınların önünde barikatların kurulduğu yerde kimse beni özgürlüğün varlığına ikna edemez. Hatırladığım ilk  gerçek sorgulamamı düşünüyorum... İlkokuldaydım. Hayat bilgisi dersinde, çekirdek aile fotoğrafı hep şu şekilde resmediliyordu. Ders çalışan iki çocuk, gazete okuyan bir baba ve ütü yapan bir anne!!! Bu annenin canı hiç mi gazete okumak istemiyor? O gazeteyi neden hep baba okuyor? O ütüyü neden  -hep-  anne yapıyor (du)??? Milli Eğitim Bakanlığı onaylı bir ders kitabı, bize neyi nasıl empoze etmek istiyordu? "Mutluluk" filmini izlediniz mi bilmiyorum? Bir sahnesi vardır ki içime işlemiştir. Meryem, Cemal'in önüne yemeğini koyuyor. Kenara çekilip, iki eli önünde dikiliyor. Cemal dönüp "Sen niye oturmuyorsun, ayakta bekliyorsun?" diyor. Meryem cevap veriyor:  "Hiç, belki bir is

Yar kucağı...

Resim
Kimin kucağına oturup oturmayacağıma da karıştınya! Nutkum tutuldu artık. Üstelik ben bunu önce bir taksi şoföründen duydum. "Bu kadarı da söylenir mi be kızım? hadi ben cahil adamım biz söylesek neyse de, bir ülkenin başbakanı böyle bi laf eder mi?" dedi. Yuuuh dedim. İnanamadım. O kadar da değildir, atmasyon haberdir dedim. Meğerse yayında Fatih Altaylı'ya kurmuş bu cümleyi. Hiç mi bir akp'li erkek yok  ki sevdiği kadını kucağına oturtup saçlarını okşamamış?  Hiç mi bir akp'li erkek yok ki bir kadına sevgiyle, aşkla dokunmamış!?!? Hangi kadın bir erkeğin kucağına laf olsun diye oturur? Hangi kadın bir erkeğin eline iş olsun diye dokunur? Kadının doğasına aykırı bu söylediğiniz be yahu! Eşyanın tabiatına aykırı. Hangi  kadın aşık olmadığı, duygusal bağ kurmadığı bir erkeğe kucak açar? Hangi kadın güvenmediği bir erkeğe sırtını dayar? "Kim kızının birilerinin kucağına oturmasını ister ki?" nasıl bir soru? Nasıl bir cümle bu? Diyebilirsiniz