"Dans edemeyeceğim devrim benim devrimim değildir!" diyen bir kadına, Emma Goldman'a ithaf edilmiştir!!!

Ben de hayatımın bi döneminde müzik zevkinin insanı "kıro" yapabileceğine  inan(dırıl)dım.
Lisedeyken okumayı çok sevdiğim bazı kitapların adlarını, kendilerini "solcu entellektüel"  sanan bi grup arkadaşımdan hep  sakladım.

Gene o yıllarda sandalet giymenin,  hatta ipin ucunu kaçırıp "diş fırçalamanın" bile "düzene uymak" diye eleştirildiği sosyal gruplarla oturup kalktım.

Vitrinde gördüğüm bir eteğe hayran olduğumu söyledim diye adı "Özgür!" olan bi arkadaşım (en yakın arkadaşımın sevgilisiydi) beni yerden yere vurmuştu. "Tanıdığım en zeki kızlardan birisin ama bazen -sıradan kızlar- gibi "genel geçer" işlerle uğraşıp farkında olmadan kendini baltalıyorsun demişti!!!

Ne büyük bi cümle, ne iddialı, ne kocaman bi laf değil mi? "Genel-geçer" işlerle uğraşıp kendini baltalamak!!!
İkimiz de 16 yaşındaydık Özgür bana bu cümleyi söylediğinde.
Resmen kısa süreli bi  bunalıma girdiğimi hatırlıyorum. Sahip olduğum diğer bütün vasıfları sıfırlayıp  - bir eteğe hayran olabilecek bi kıza- indirgemişti beni.
Dümdüz etmişti...

Gerçi şimdi   biraz utanıyorum bunu itiraf etmeye ama;  sanırım bir iki damla gözyaşı da dökmüştüm o cümlenin ağırlığı altında ezilip; öfkemi iki damla suyla akıtmaya çalışmıştım.

Şimdi dışarda  bu Ankara ayazı...önümde bol köpüklü bi kahve ve ingilizce notları...aklımda "sen" varsın Özgür!
Senin,  Ankara Gazi Lisesinin önünde "hergele meydanı" diye anılan o "bit pazarı" kalabalığında, dilini ucu bilenmiş  hoyrat bir bıçak gibi  kullandığın o öğleden sonrası...

Nasıl bir düğüm attıysan boğazıma,
bak; hiç geçmemiş  demekki...!
hakkıyla yutkunamamışım...
Bunca zaman sonra...düğümlediğin yerden nasıl da sökülüp geldi.
...
Oysa  çok şey öğrettiler bana, haklarını yiyemem! Nazım'ın bütün şiirlerini o dönemde ezberledim. Maksim Gorki'nin Ana'sını onlar hediye etmişti bana ilk ve zaten  büyüyünce "devrimci" olmak isteyen küçük çocuklara ilk okutulan kitaplardan biridir.
Hemen ardından Jack London'un Demir Ökçe'si gelir.Onu Lenin'in Ne yapmalı?  ve Nikolay Çernikevski'nin Nasıl Yapmalı? kitapları takip eder ki ben o dönemde ikisinin sırasını karıştırmış, bunun için de "ince bir alaya" mağruz kalmıştım.

Büyüdüm...!

Malum; yazdıklarımdan da anlaşılacağı üzere "devrimci" olamadım!
Ola ola "sosyal demokrat bi babanın" sosyal demokrat bi kızı oldum.
Ha bak; inancım hep odur evet. Hep "sosyalizme" inandım! Ama şu yaşadığım "küçük burjuva" hayata bakınca da "sosyalistim ben" diyebilme cesaretini kendimde hiç bulamadım.

Yürüdüm...

Yürüdüğüm yolda; hiç bir kitabın "görev bilinciyle" okunmaması gerektiğini, dinlenilen müziğin insanların "ayrıştırıcı" özelliklerinden biri olamayacağını, "süslenmeyi sevmemin, saçımın renginin  beni o "esmer kara kaşlı asık suratlı kocaman fularlı devrimci kızı" modelinden "bir aşağı" yapmadığını, "sınıf farkını" anlatan filmler kadar "romantik komedi" izlerken de değerimden hiç eksilmeyeceğimi öğrendim!

Evet; "erkek egemen düzen" diye çok okkalı girişler  yaptığım da oluyor bir cümleye başlarken ama  biliyor musun? zaman zaman boşversene sen "feminizm kocayı komünizm parayı bulana kadar  espirisine gülerken de yakalayorum kendimi bazen.  O espirinin çok "salak" bi espiri olduğunu, espiri bile değil belki,  ne üdüğü belirsiz boş bir laf olduğunun idrakındayım ama; oluyor işte bazen bunlar.

Oluyor...böyle "insani" durumlar...

Uzun lafın kısası, demem odur ki;
Çok doğru gerçek ve güzel şeylerin yanında çok yanlış ve eksik şeyler de öğrenmeye çalışmışım o yıllarda.
Ve şimdi;   çok sevdiğim bütün  şarkıları , her yerde avazım çıkana kadar yüksek sesle söylemekten korkmuyorum artık!
Sevmediğim,  içine su gibi akmadığım hiç bi  kitabı "sırf bitirmiş olmak için" sonuna kadar okumuyorum.
Hala mini etek giymeyi çok seviyorum mesela ve üstüne üstlük orasını burasını aşağı doğru çekiştirmeye de çalışmıyorum.
Yazın ince bantlı ayakkabı giymeye de bayılıyorum...hatta onlarla 1 Mayıs yürüyüşlerine gidiyorum üstüne üstlük.

O bahar rüzgarı serçe parmağımın arasını öyle güzel gıdıklıyor ki...
Verdiği hazza inanamazsınız... :)

Daha güzeli;  o yürüyüşlere "pembe ponponlu" sırt çantalarıyla katılan kızlar oluyor artık!!! Arada bir rujlarını tazeleyip devam ediyorlar  "yol" larına...
Hiçbir fikir, hir bir zihniyet, hiç bir yol "tek tip" yürümüyor sokaklarda! Herkes "kendi özelliklerini" yanında getiriyor meydanlara...Korkutulmuş, sindirilmiş "neyi giyip neyi giymeyeceğine oturup kalktığı başka insanların karar vermediği" aksine, nereye yürümek nasıl yürümek istediğini bilen, kendi çantasının rengine kendi karar verebilen kız çocuklarıyla dolu artık 1 Mayıs-lar...
Tıpkı; bikaç yıl önce dans hocamın  yüksek sesle bağırarak söylediği gibi: "O bacak öyle durmaz Oya, dans bu! Cüretkar olacaksın, meydan okuyacaksın!" diye azarlamıştı beni.

Bilmiyordu ki...benim nasıl bi yerden geldiğimi...!

Oralardan gelince, sıçrama öyle kolay kolay olmuyor  Hocam!
Daha geniş açılar çizebilmem için,
biraz daha zaman vermeliydin bana!
biraz daha zaman.




dipnot: Bi adamın adı "Özgür!" olsun! karşısındakine "yasaklar" koysun...!
Olacak iş miydi Özgürüm...olacak iş miydi?!?!

Yorumlar

  1. sadece 5 dakika önce paylaşmış olsaydın bu yazıyı yanımdaki şahsa bunu okutmayı çok isterdim. belki o zaman öğrenirdi "genel-geçer" dedikleri hayattan sıyrılıp gönlünce konuşmasını, gönlünce yaşamasını... hayata karşı cüretkar olmayı,meydan okumayı... gerçi o böyle de çok tatlı biliyor musun :) insanın içindeki "asi ergen"sin oyamm senide yazdıklarını okumayı da çoookk seviyorummm :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İnsanın içindeki "asi ergen" mi? :)) nasıl güldürdün beni, nasıl mutlu ettin inanamazsın:) İnsanın içindeki her duygu, gideceği yeri buluyorya...bayılıyorum buna:) Çok teşekkür ederim...

      Sil
    2. selçuk gümüş21 Ocak 2013 02:08

      umarım hrkes bigün kırarar zincirlerini... teşekkürler çok güzel olmuş...

      Sil
    3. Ben teşekkür ederim selçuk yazının duygusunu hissettigin için!

      Sil
  2. Taksim tünelden çıkıyorum... karşıma taşlıklı bir meydan geliyor... buluşuyorum zatı şahaneyle... atıyor tutuyor... yok efendim eskiden şu yapı şöyleydi... çiçek pasajı böyleydi... şu ağır sesler gelmezdi yollardan... udinin sesi istanbul süliyetinin üzerinde meşk eden semazene yol çizerdi.... bla... bla... bla...
    özlemine bi şey diyemem... o halini istemesine... arzulamasına ve benzer davranışlarına... ama diğerlerine... ve dünya gittikçe bozuluyor pisikolojisine... çok kafayı taktıydım..

    çok geçmedi...
    sokaklara düştük... barlardan eşşek yüküyle rock müzik sesi geliyordu ve taraftarları ellerinde biralar ağızlarına cigara ya da cıgaralık yarenlik ediyorlardı dovulun basına.. solistin sesine...
    içimden neler kurmuştum... böyle bi hayat felsefesi olan adam... nasıl olurda.... ağır diye nitelerdi... hem müziği hem bu müziğe aşık olan gençleri...
    halbuki...
    bu vakitler taksimde... özgürlük vaktiydi...
    cumartesi özgür insanların olurdu.. taksim... ertesi güne sokaklarda ya erken "boşalmışları" ya da aşığından "boşanmışları" görürdün...

    kafasına göre takılan özgürdür her daim... saaa noluyo diyemedim ya... o da bende düğüm olmuş....

    duygunu çok iyi anladım....

    kadına.... şehre.... renge... canlı cansız nesneye olduydum da..
    hakket... bir blog yazısına böyle kaynamadıydım....

    kafana göre takıl.... o halin... en güzel halin....

    YanıtlaSil
  3. Sen de baya bi doluymuşsun:)) Çook teşekkür ederim...

    YanıtlaSil
  4. Benim o zaman sivrilttiğim dilim kadar sivriltmişsin kalemini! o zaman öyleydi be güzelim, hepimiz kendimizi bi bok sanıyoduk. Bi bokum değilmişiz. Sen bütün renklerini kuşan üstüne! öperim, ararım görüşelim. özlemişim ( Zalım Özgür:)

    YanıtlaSil
  5. Öyle deme! :) Dünyayı kurtarmak gibi çok ulvi bir amacımız vardı:) Ama -kız çocuklarını- zapturap altına alarak dünyanın kurtulamayacağı da bi o kadar aşikardı...ne tekim kurtulamadı! Ama ne demişti "devrim şairlerinden" biri (Adnan Yücel) ; "Bitmedi daha, sürüyor o kavga ve sürecek...yer yüzü aşkın yüzü oluncaya dek...!"

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

hoşgeldiniz

Bu blogdaki popüler yayınlar

Peki'yi kim icat etti?

ERTUĞRUL ÖZKÖK: CENAZEM KİLİSEDEN KALDIRILSIN İSTİYORUM!

Rötarlı: Grinin Elli Tonu