İmam böyle olursa, niye gitmeyim ki!?

Bi masanın etrafında dört kişiyiz. Kelimenin tam anlamıyla "dost meclisinde" yiz...
Herkes olduğu gibi...süs yok, caka yok, tavır yok!
Karşımda oturan adam, Dil Tarih'te tiyatro okuyor.
Kıskanmıyor muyum içten içe?
Belki biraz:)
Çok iteledi beni, "gel etme eyleme" dedi!
Aslında bi kez denedim, vallahi denedim!
Başvurunun son günüydü, kalktım Gazi Lisesine gittim.

Dedim ki "acil diplomama ulaşmam lazım."
-O iş öyle kolay olmuyor, nerde senin  diploman?
"E  nerde olacak, okuduğum okulda, Dokuz Eylül Üniversitesinde, ama bana git ordan temin et demeyeceksiniz heralde!? " diye gürlüyordum ki...
Dedi!
Aynen böyle  söyledi.
"Arşivdedir, şu an ulaşmamız mümkün değil.  Bugün git, yarın gel!"
Mümkün değil,  dedim.
Bugün başvurunun son günü, dedim!
Lütfen yapmayın! dedim.
Dedim de dedim...
Ne dediysem, o asık suratlı bıyıklı amcayı, bi türlü ikna edemedim.

( Tabi şimdi, zaten bi kez üniversite okumuş birinden ikinci kez başvuru yaptığında taaa lise diploması neden istenir?!?! hangi akla hizmettir? sorusuna  hiç girmeyim...)

Kısmet değilmiş diyelim...benim o anki duygu dünyamı bi kenara iteleyip, gerçeklere... dört kişilik masamıza dönelim.

Söz sırası Özlem'de!
Anlatıyor...

"İstanbuldayım...bi cafede oturuyorum.
Bir Harley gelip cafenin önünde duruyor.
Motosikletin üzerinden, genç bir adam iniyor... Ayaklarında  postal, üstünde kargo pantolon, onun üstünde de deri mont olan  bir adam!

(Laf aramızda, belli ki bizim kızı biraz cezbediyor! Zira ayrıntıları çok net hatırlıyor.   :)

Bildiğiniz Rocker bir tip tarif ediyor.
Pür dikkat dinliyoruz. Hikaye devam ediyor...

Adam bi ara masaya geliyor, masadaki biriyle ayaküstü sohbet ediyor ve gidiyor...
Sonra arkadaşı Özlem'e dönüp "sence bu adam ne iş yapıyor" ? diye soruyor.
Özlem "ne biliym ben!" diye cevap veriyor.
Bi tahmin yürüt işte, "at" diyor!
Özlem "atıyor!"
"Müzisyen olabilir, oyuncu olabilir, öğrenci olabilir ne biliym ben, o tip bişey işte" diyor.
Sonra ekliyor. Bunlar gibi bi yüz tahmin daha yürütebilirdim ama;  yüzüncü de bile doğru şeyi tahmin etme olasılığım sıfır(mış).
Zira adam "imam" mış!
diyor...

!!!

Hönk!

Özür dilerim, biraz kaba bir tabir oldu ama;  o anki halimizi bundan daha iyi ifade edecek bi sözcük  bulamadım.
En azından kendim için şöyle değiştireyim.
Hönk diye kaldım! :)

Ama bu hikayenin beni asıl vuran yeri, bundan bir adım sonrası.
Lütfen buraya dikkat kesilelim. :)

Özlem büyük bi şaşkınlıkla dönüyor arkadaşına. "Nasıl yani yaaa? bu adam imam mı şimdi gerçekten?" diyor.
Arkadaşı "Evet, bildiğimiz imam,  hani şu namaz kıldıran-dan! bizim camide bize namazı, şte bu adam kıldırıyor" diyor.

Özlem yeni bir şaşkınlıkla tekrar soruyor: " Hadi canım! sen camiye gidiyor musun?"
Arkadaşı cevap veriyor;
"İmam böyle olursa, niye gitmeyim ki!?"

....

Çok güldüm...çok şaşırdım...duygulardan düşüncelere aktım.
Doldum, boşaldım...
sıra akmaya geldi.

Bu hikayede beni çok  çarpan iki temel olgu var.
Biri ÖN-yargılarımız ve biz!!!
Diğeri Özlem'in arkadaşının verdiği cevapta gizli.
Diyor ki: "İmam böyle olursa, niye gitmeyim ki !?"
Yalnız ben bu hikayenin,  şu an en tepesindeyim.
Tamam; derinlere dalmak, sizinle  "önyargı" dehlizlerinde yüzmek isterim.
Hem de çok isterim.
Zira kendim o kurşuna çok mağruz kalmış bir "kimse (?) " yim!
Biriyle biraz yakınlaştığımda "sen benim tahminimden ne kadar farklı bi insanmışsın" cümlesiyle hep yüz yüzeyim. Hatta şöyle düzelteyim. Yüz yüze ne kelime? bildiğiniz ense-tokatım yani. O kadar diyeyim.

Ne var ki yapıyoruz. Bazen o durumun,  en ağır eleştireni biz oluyoruz. Bazen en mağruz kalanı gene biz.

Yüz yüz bitmez o deniz...
Başlı başına bir kitap olur o.
Adı da "Ön-yargılarımız ve biz..."
Belki bi gün, başlı başına o konuya değiniriz.
Ama o gün,  bu gün değil!

Bu gün, şu gün;

İmam öyle olursa, o camiye ben de giderim!
Hem de öyle "eceli gelen it" gibi değil.
Çaresizlik anında secdeye varır gibi değil!
Bi yerim tutuşunca besmele çeker gibi değil!
Hani Mehmet Ali Erbil, Hemşo filminde diyorya: "Allahım! ilk cuma sendeyim!"

Bunların hiç birine benzemez benim o imamın arkasından gidişim.

Sorgusuz sualsiz giderim!
Korkusuz giderim!
Ön-yargısız giderim...!
Yaptığı işi üstüne yapıştırmayanın, onu  -sefer tası - gibi yanında taşımayanın, tek besin kaynağı o olmayanın,

İmam'a benzemeyen imamın, hacıya benzemeyen hocanın, "artislik taslamayan" oyuncunun, hükümranlık kurmayan amirin, "tanrı-cılık" oynamayan hakimin, harç kardığı belli olmayan amelenin...
ben, önünde her daim,
secde ederim...!

Keşke diyorum şimdi;
Keşke o deyimde mecaz olmasa.
Bir olumsuzluğu tarif etmek için kullanırız hani:
"Herkes kendine müslüman!" deriz.
Gerçek manasıyla düşünsek oysa...
Hoşgörü çok da doğurgandır halbuki, çok da çabuk meyve verir (di) ... AMA;

Bütün imamlar birbirinin aynı ol (ma) sa,
Herkes "kendi(ne)" müslüman olsa...!
Misal, her daim sağdan esen o yel, bu kez yelkenleri şaşırtsa,
soldan vursa!
olsak    a l a b o r a...!
belki çok başka bi yer olurdu,
dünya...!





dipnot: Mevlana bunu 600 yıl önce söylemiş: "Şimdi -yeni- şeyler söylemek lazım!"
Bir ikincisi, google' ı talan ettim. Tek bir tane orjinal imam fotoğrafı bulamadım. Harley'e gelince, özellikle boş seçtim; üstündeki imamı "siz" hayal edin...!   :)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Peki'yi kim icat etti?

ERTUĞRUL ÖZKÖK: CENAZEM KİLİSEDEN KALDIRILSIN İSTİYORUM!

Rötarlı: Grinin Elli Tonu