Sanmıştım...!

Farzet ki ben üç yaşında bir çocuktum. Farzet ki ben o akşam üstü,   vitrinde gördüğüm o "kocaman ayı"ya tav olmuştum!  ve diyelim ki,   sen de benim aslında her naneyi idrak edebilecek kadar "erişkin" bir büyüğümdün!

Önce elime o küçük "çıngırağı" verdin!
Bi hışımla fırlattım  yere.
"olmaz" dedim. "Bu olmaz, bununla olmaz!!!"

Cebindeki bilyeleri çıkardın sonra, renklerine kanarım sandın!
"oğlan çocuğu muyum ben? sen oyna bunlarla" deyip hepsini  dükkanın ortasına saçtım bu kez.

Aslında, düşündüm de...tam o andı galiba, yavaş yavaş öfkelenmeye başladığın an.
"yaşarken" kaçırdım o anı ama;  bak şimdi,   "burdan" bakınca çok net görüyorum fotoğrafı aslında!
Biliyorum...bir Ahmet Kaya şarkısı gibiyim biraz da: "hep sonradan gelir aklım başıma...hep sonradan...sonradan!"
En son asla "hayır demeyeceğimden emin bi şekilde" en sevdiğim bebeğe oynadın kozunu! "Bu keser" dedin muhtemelen içinden, "bu kesmeli!"
Ama yok.
O da kesmedi!
Baktın olmuyor...bıraktın ipin ucunu tabi;
"Bak tokadı yiyeceksin şimdi " dedin!
Duymamazlıktan geldim.
...
Bi türlü idrak edememiştin!
Cebinden Alaattin'in sihirli lambasını bile çıkartsan o an, gözümün görmeyeceğini.
Her "tutturuk" çocuk gibi,  o ayıdan "başka hiç bir şeyin" beni mutlu edemeyeceğini!
Ne o çıngırağın, ne rengarenk bilyelerin ne de - sırf onu da çok seviyorum diye kanarım sandığın o bebeğin- beni vitrindeki o ayıdan vazgeçiremeyeceği gerçeğine,  bi türlü uyanamamıştın..!
Oysa bak;
ne kadar sahiden istemişim...!
olmayışına, ne denli  içerlemişim...
...
Aslında ben de biliyorum bakma sen; olur olmaz her yere  " üç nokta" konmayacağını!
Ama işte... gönül diliyle yazıyorum bazen. Hızlı geçme istiyorum üstünden. Mesela tam da burda!
Dur biraz...
düşün...durakla!

Ey imla kılavuzu! Beni bağışla...

Zaten dibini buldum; bitiriyorum galiba...
son bi hatırlatmayla;
Beni vitrindeki o ayıdan ısrarla vazgeçirmeye çalıştığın o akşam varya;  en az  Şeker Portakalı'nı yasaklamak isteyen zihniyet kadar canımı sıktın!
Halbuki ben,  bütün denizler,  en az benim kol boyumla kulaç atacak kadar  "derin" sanmıştım...
Meğer ne kadar "sığ" mış bazı yerleri...
başımı yere çarptım!

Yorumlar

  1. Üç yaşında da bir azim, genç yaşında da bir azim bir kesin kararlılık. Takdire şayan başka da bişi demem bu konuda :)
    Yazı gerçekten çok duru, yalın, akıcı, en az diğer yazıların kadar güzel gene yine ... kalemine yüreğine sağlık öptümm........

    YanıtlaSil
  2. Ben bi şeyi isteyince, mutlaka yaparım sanıyosunya...öyle değil, bazen ben de "yapamıyorum" aslında! Ama sen gene de bana hep "inanmaya!" devam et olur mu? Yazıya dönersek işte o başka! dünyanın en güzel ya da en deli saçması olabilir yazdıklarım, her halukarda ömrümün sonuna kadar yazacağım...işte bu kesin. Zira kalem benim can simidim...en küçük su birikintisinde bile yüzüyorum onunla! Tıpkı ayağım her taşa takıldığında sana tutunduğum gibi. :) teşekkür ederim bebeğim...

    YanıtlaSil
  3. Oya son cümle öyle vurucu ki hayatımın bütün hayal kırıklıklarına çarptın öyle çarptın ki bidaha kırıldılar....
    Bu yazıyı okumak, Denizlerin benim kollarımla kulaç atabileceğim kadar derin olmadığını hatırlamak, üç yaşındaki ayıyı tutturan çocuğu ne çok özlemişim farketmek sen yaptın hepsini....
    Ama yine bayıldıııımmmm sana.

    YanıtlaSil
  4. Bir olay ya da fikirden ziyade tamamen bi "duyguyu" yazdığımda korkuyorum aslında. Duygunun gerçek karşılığını bulması çok daha zordur ya çünkü...Oysa hiç bi duygunun tek sahibi kendimiz değiliz. O bi çatlak bulup sızdığı yerden gideceği yeri buluyor mutlaka! Çok teşekkür ederim Özgül...öyle güzel anlatmışsın ki.

    YanıtlaSil
  5. Her geçen gün ne kadar değerli kalemin olduğunu gösteriyorsun bizlere . Üstadım takipçinim yüreğine sağlık.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

hoşgeldiniz

Bu blogdaki popüler yayınlar

Peki'yi kim icat etti?

ERTUĞRUL ÖZKÖK: CENAZEM KİLİSEDEN KALDIRILSIN İSTİYORUM!

Rötarlı: Grinin Elli Tonu