Sevgiler(im)le...

Ben on dokuz yaşındaydım o yirmi bir.

Çocuktuk diyemem belki ama; pek yetişkin de sayılmazdık.

İzmir'in bütün sokak aralarını,  birlikte adımladık.
Bazen yokuş yukarı tırmandık, bazen yokuş aşağı yuvarlandık...
Çeşme'nin püfür püfür esen rüzgarına karşı sakızlı türk kahvesi hüpletir,
Alaçatı'da sosyete boyözü yerdik :)


Çok çabuk sinirlenirdim ben herşeye...(hoş o konuda pek terbiye edebilmiş değilim hala kandimi de...neyse...)
Gereksiz çıkışlar yapar, gereksiz kalbini kırar, sonra özür dilerdim.
"Afedersin! biliyosun işte, ben çabuk sinirleniyorum her şeye" derdim.
"Hıhı...ben de zaten -sinirlerimi aldırdım çünkü- " diye cevap verirdi.
O cümle -barışın-habercisi olurdu...
gülerdik...

Ne zaman neye isyan etsem, hep aynı şeyi söyler dururdu..."ben varım gülüm...!"
"gülüm diyip durma bana yaaa! çok kıro geliyor kulağıma, sevmiyorum işte biliyosun" derdim her defasında.
O, her defasında yine söylerdi...

...

Habersizce babasının  arabasını kaçırdığı bi gün, telefon açıp "yarım saate kadar hazır ol, Selçuğa gidiyoruz" demişti.

Allandım, pullandım...bin saatlik yerden "ben burdayım" diye bağıran çingene pembesi elbisem ve ben beklemeye koyulduk.

Geldi...bindim arabaya.
İnsan ilk cümle olarak "ne kadar güzel olmuş benim aşkım" minvalinde bir şey hayal ediyor tabi.

Demedi!

Onun yerine;
"Daha kısası yok muydu bunun!?" demeyi tercih etmişti.
Suratımı sallandırmış, bütün yol boyunca da zerre kadar yumuşamamıştım.

...

 O günün çok boktan geçeceği aslında daha başlarken belli olmuş aslında, ama yaşarken pek idrak edemiyor insan. Şimdi burdan bakınca, ne kadar netmiş oysa diyorum.
O cümleyle başlayan bi günün son cümlesini, varın siz hayal edin.

Misal bütün gün hiç bir şey yemedim.
Küsümya...
Aklım sıra kimi cezalandırıyorsam artık!? :)
Küsen benim, aç kalan gene ben.
Var işte kişisel tarihimde böyle komik "salaklıklarım!" :)
Yaptım yani...yalan mı söyleyim şimdi.
Yaptım ve hatta gene olsa gene yapacak potansiyele de sahibim.
Kendime -gülüp geçmek-ten başka çarem olabilir mi? :)
Gülüp...geçiyorum.

ve o güne...
O'nu hep -çok güzel- hatırlama sebeplerimden birine dönüyorum.

Birlikte "büyümeye çalıştığımız" o iki buçuk yılın sekiz ayında,  o arkerdeydi.
Döneceği gün belli ama; o gün benim sandığım gün değil...(miş!)

Henüz bikaç gün daha var. (yani ben öyle biliyorum...)
Bi Cumartesi sabahı...
Arkadaşım Deniz arıyor.
"HAdi gel! inciraltına kahvaltıya gidelim" diyor...
"Tamam" diyorum..."geliyorum!"

Ortalama yarım saat sonra da  orda oluyorum.
Bizim kız görünürde yok.

Gözüme bi masa kestirip oturuyorum.
Aylardan Nisan ama; Ankara'nın Temmuzu sanırsınız.
Öyle bi sıcak var...
Neyse ki  İnciraltı esiyor...

...

Derken...

Kafamı bi kaldırıyorum ve...

Karşıdan "O!" geliyor...

Şaşırıyorum...seviniyorum...belki çığlık bile attım bilemiyorum:)
Ama;
Bi şeyi çok net hatırlıyorum!...o da şu;
Elinde kocaman bir kutu,
elime uzatıyor...

"Bu ne?" diyorum.
-Aç bakalım...diyor.

Açıyorum...

Bir kutu top kek! :)

"Nası yani? bu ne şimdi?" diye soruyorum.

-Kendime her aldığımda, bi tane de sana alıyordum...!
diyor...

Gözlerim ıslanıyor...
Sarılıyorum...

...

Tam acıktığım anda yemek yiyecek durumda değilsek eğer, ben hep "hadi bana bi topkek alsana!" derdim;
O da alırdı...
Acıkınca bildiğiniz ellerim bacaklarım falan titriyor...du! (hala öyle...)
dayanamıyordum ve öyle durumlarda en iyi çare bir adet "top kek" oluyordu...! :)

Dedimya...
İnsan yaşarken,  pek anlamıyor.
Kim bilebilirdi ki?
O günün hatırasını, bi gün bu kadar güzel yadedeceğimi...




Dipnot : Yarın 14 Şubat Sevgililer günü.
Bugün bi arkadaşım bana  "Oya! yazını çok merak ediyorum. Sevgililer gününü küşümseyen  bi yazı mı, yoksa yücelten bi yazı mı olacak acaba?" dedi.
"Ben yazıyı yazdım ama;  sen bu sorunun cevabını orada bulacak mısın bilmiyorum Nihancım" dedim.
Zira kendim de çok  net bilmiyorum!
Sadece şöyle bir tahmin yürütüyorum;  o da,  bi günün adında "sevgi" geçiyorsa eğer, çok da fena bi şey olmasa gerek! :)
Sevgiler(im)le...

Yorumlar

  1. Aşk kusursuzlaştırır sevgiliyi....
    Aşığın gözüyle, sevgili tüm kirlerden, pislerden, göze batan bir ton pok püsürden arınır.
    Öyle bakar ki aşık görmez, öyle işitir ki duymaz, tükürdüğünü yalar mesala, aynı derede iki defa yıkanır, yalan gerçek, tüm gerçekler yalandır..
    Toz pembe değil, kan kırmızıdır mesala alev alevdir.. Amerikan filmlerindeki hikayeler gibi değil, bağrışlı çağrışlıdır her yeri, okadar ısırır ki aşık doyamaz.
    İşi kıpır kıpırdır, karnı karıncalanır, al al olur..
    Her aklına gelende bir hoş olur içi, kasılır vücudu, kılcal damara kadar gider şehvet.

    Düşündümde,
    Beni aşık edene ve aşık olduğuma rahmet...

    ..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ona çok da inanmıyorum ben galiba. Aşk kusursuzlaştırır demişsinya. Aslında görüyor insan! görüyor da, görmezden gelmeyi tercih ediyor sanki...ya da ben öyle düşünüyorum diyeyim.

      Sil
  2. Böyle bi günün duygusu ancak bu kadar güzel anlatılırdı heralde...elinize sağlık.

    YanıtlaSil
  3. 14 Şubata uygun sıcacık bir hikaye. İçinde sevgi geçen ne kötü olabilir ki dediğiniz gibi.
    Ben 14 Şubatı çok severdim. Doğumgünlerimi de... Kutlanabilecek tüm özel günleri.
    Hakkıyla yaşayamamak tüm o günlerden uzaklaştırdı beni. Şimdi sıkıntıyla bekliyorum o günlerin gelmesini. Hatta beklemiyorum.
    Yazınız içimdeki sevgi dolu kız çocuğunu hatırlattı bana. Uzaktan el sallıyor. Ben hala o günlere inanıyorum diyor. Ama ben ona yetişemiyorum. Bir gün yakalarım belki diye umuyorum. Siz o kıza selam verdiniz, bilmeden.
    Ellerinize sağlık.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yazdıklarınıza içim burkuldu... :( İsim yazmadığınız için bilemiyorum tabi. Belki çok iyi tanıdığım birisiniz belki de birbirimizin yüzünü bile görmedik...ama duygunuzu o kadar hissettim ki....hiç tanışmıyor idiysek bile...artık tanıştık! :) o selamı vermiş olmaktan çook mutluyum...

      Sil

Yorum Gönder

hoşgeldiniz

Bu blogdaki popüler yayınlar

Peki'yi kim icat etti?

ERTUĞRUL ÖZKÖK: CENAZEM KİLİSEDEN KALDIRILSIN İSTİYORUM!

Rötarlı: Grinin Elli Tonu