Prag'ta...bir otel otel odasında!
Prag'ta komünizm zamanından kalma bir otel
odasında;
saat 23.33 ü gösteriyordu ve aklımdan
mütemadiyen şu geçiyordu:
Bi gün bi kitap yazarsam....hikaye burda
başlayacak!
...
Büyülenmiştim...boyut atlamış gibiydim ve
"Neden Prag?" sorusunun cevabıyla nihayet yüz yüze diz dizeydim.
Bi şeyden boyumu aşacak ölçüde
etkilendiysem; O'nunla çok fazla göz göze gelemem ben!
Prag'la da ilişkim aynen öyle başladı.
Gözlerinin içine hakkını vererek bakamadım.
O kadar az içerek kendimi nasıl o kadar
sarhoş ettim...hala merak konusu ama;
Misal boyunu posunu sor bana, endamını...
ya da rengini, yağmur grisini...
Eksi iki derece havasında neden hiç
üşümediğimi,
üstümde mevsimlik bir mont bacağımda
minicik bi şortla...kaldırımlarında nasıl dans ettiğimi...
Özlem'le Ayfer'e küsüp...elimde kırmızı
şemsiyeyle yaklaşık bir saat boyunca neden açık ara mesafeyle önden
gittiğimi...
Gücüm tükenince " gururu batsın yeter be!" diyip;
"erkekliğe" bok sürüşümü...
bir hışımla arkama dönüp "şurda bi
kahve içip dinlenelim mi!" deyişimi...
Birden gülmeye başlamamızı....
"Neden kırıldın peki?" diye
sorduklarında:
Ben birine kırıldığımda o bunun nedenini anlayamamışsa, ben O'na bunu anlatmam ki!" diye kendimce felsefik
ağızlar yapışımı...
Bir çift insan gözüne neredeyse ruhumu
teslim edişimi,
sonra onun bana Ra'nın gözlerinden
bahsedişini...
İkinci günün gecesinde kafamı yastığa
koyduğumda;
Bir şehir tam nerede başlar nerede
biter acaba deyişimi.
Resmi sınırlar mı belirler bunu, yoksa
yazak-bozucu'lar mı?
"Sahi bu -sınırları- ilk kim icat etti ise, O'nun gelmişini geçmişini seveyim ben e
mi!"
diye diye...yarı uykulu yarı uyanık bir
halde tavanı izleyişimi...
Kimisini çok net, kimisini puslu bulanık
da olsa hatırlıyorum da;
içimdeki bu yarım-kalmışlık-hissininin
nedenini bi türlü bulamıyorum.
Hayır! daha çok gezmek, daha çok
görmekten bahsetmiyorum.
Sakın kafan karışmasın!
Daha çok -hissetmek-ten bahsediyorum!
Hissetmek başka bi şey...
Bunu sen de en az benim kadar iyi
biliyorsun.
Bİ DAHA Kİ PRAG SEFERİMDE...
Daha çok şarap içip,
daha çok sarhoş olacağım.
Bu kez şemsiye taşımayı planlamıyorum
hiç.
Sırıl-sıklam ıslanacağım...
Boyunu posunu geçip;
sırtındaki siyah bene dokunacağım.
Gözlerimle değil, el yordamıyla
avcunun içindeki yara izini bulacağım.
Kimbilir?
belki gönlümü o köprünün üstünde, bir
sokak müzisyenine verip,
hiç dönmeyeceğim!
Ve orada da, Bülent Ortaçgil rituelimden vazgeçmeyeceğim.
"Olamaz mı?
olabilir...!"
Değil mi ki hayat,
bir ihtimaller serisidir.
Prag bana elini verecek...
Yorumlar
Yorum Gönder
hoşgeldiniz