Sevemedim Cunda seni! Hor görme beni...

-Biliyorum! şu an bana içinden küfrediyorsun.
-Yoo! Nerden çıkarıyorsun?
-Baksana şu trafiğe, hiç tahmin etmemiştim.
-E kendin söylüyorsun işte, böyle olacağını nerden bilebilirdn? Trafik bu! seninle nasıl bir bağlantı kurabilirim?
-Çünkü Cunda diye ben inat ettim.Ne bileyim? Şimdi kendimi suçlu hissettim.
-İnat mı? güldürme beni! Sen bi inat et! cehenneme gidelim...!

Yıl 2005 idi...bir Cunda kafası gelmiş idi. Serde çocukluk, serde şımarıklık...ne arasan var idi.
Hele ki yanımdaki velet böyle bir laf etmiş...iyice havaya girmişim...Tamam o zamaaan!!! bas gaza diye coşmuşum, hain köfte lafını iki dakkada geri yemiş "dur tamam, cehennem bi yere kaçmıyor ya! gideriz dediysem,  yani öyle hemen değil! biraz beklesin...!" demiş.
Olsun...
Çok eğlenmişim...derken,
söylenmeye başlamışım hemen.
"Bu mu yani? hiç böyle hayal etmedim ki? hem bu nasıl bir kalabalık? İstanbul'a yakın diye mi? iğne atsan yere düşmüyor, zaten sıcak nefes almana izin vermiyor, boğulurum ben bu Cunda'da ha diyim sana! iyi ki hafta sonu için geldik, kalınmaz burda!"

dır dır da dır dır...

Böyle bir kız dırdırı Allah'tan reva mıdır?
Çekti valla! Allah razı olsun! :)

İki gün o bitip tükenmeyen dırdırımı dinledi...dinledi...çok da sıkıştığı yerde götünü alıp  kibarca "bunaldım ben denize gidiyorum" diyerek suyuna girdi.

Aradan geçmiş kaç yıl.
O köprünün altından nice sular akmış...
Eski çamlar olmuş bardak. Hayat ikimizi de başka yerlere savurmuş...

Bu yaz gene düştüm Cunda yollarına, bu kez bi arkadaşım var yanımda.
Cunda aynı Cundaaaa, ben aynı Oya! Kafa hep aynı kafa! Nasıl da pörtletmişim gözlerimi aynaya. :)
Hiç değişmemişsin Cunda, gene iğne attım, gene düşmedi yere.
Gene söylendim durdum...gene çeneme vurdun.

Üstelik bu kez Bayramdı.
Yerde gökte insan kalmamış sanki, Cunda'ya yağmıştı.
Evet doğası çok güzel...evet buz gibi şahane bir denizi var.
Çivi gibi oluyorsun girip çıktığında. Al çak kendini duvara! o kadar yani.

Akşamları çok güzel bir rüzgarı var...
O rüzgarın tadını en güzel şekilde çıkarmak için tam meydanda Taş Kahvesi var.
Püfür püfür gezinirken o esinti tepende, yudum yudum çıkar tadını köpüklü kahvenin.
Unutma! Onun da bin yıl hatrı var!

Sonra Papalina'sı var.
hayatımda yediğim en lezzetli şeylerden   biri.
Üstelik kılçığını ayıklamadan tüketebildiğim tek balık.
Yok böyle bi lezzet.
Bi de adına bayılıyorum:  Papalina....
romantik gelmiyor mu kulağa?

Sonra eşsiz mezeleri var, envai çeşit otla hazırlanan binbir çeşit şey, ben rakı içemiyorum ama çok güzel yakışıyorlar o çilingir sofrasına.
Tamam...bunların hepsi mevcut Cunda'da ama;
bi şey eksik işte, adını koyamadığım.
Belki iki defadır çok kalabalık bir zamanına denk geldiğimden, bilemiyorum.
Ama işte şöyle bi aşkla sarılamıyorum Cunda'nın boynuna.
Sarıp sarmalayamıyorum bi türlü; içime çekemiyorum.

Oysa Çeşme hiç öyle mi mesela?
Neyse, herkesin tuttuğu tatil beldesi kendine! :)

Diyeceksiniz ki sevmek zorunda mısın?
Bırak dağınık kalsın!
İnsanlar öyle güzel  anlatıyor ki, resmen kendimde arıyorum hatayı. :)
Üstelik özünde baktığımda, benim bi yeri sevmem için ne gerekiyorsa, hepsi Cunda'da var!
Bi kere inanılmaz güzel bir nostalji duygusu var...otantik, salaş...beni benden alabilecek her şeye sahip.
Ama işte bazı insan yüzleri vardır hani, baktığında bi tane kusur bulamazsın belki ama; bi türlü çarpmaz seni! Yakalayamaz bi şeylerini...hah! işte aynı onun gibi.
Zorlamanın manası yok yani.
İlle de seveceksem bi gün Cunda'yı
belli ki o vuslat başka Ağustoslara  kaldı...!





Yorumlar

  1. Gidip o kahveyi içtim, gün batımını seyredip geldim :) ellerine sağlık...

    YanıtlaSil
  2. ne güzel böyle hissetmeniz...sevgiler...

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

hoşgeldiniz

Bu blogdaki popüler yayınlar

Peki'yi kim icat etti?

ERTUĞRUL ÖZKÖK: CENAZEM KİLİSEDEN KALDIRILSIN İSTİYORUM!

Rötarlı: Grinin Elli Tonu