Feodal kalıntı ve mübarek bir anne!


Yılmaz Odabaşı'nın şiirleriyle lisedeyken tanışmıştım. Bi dönem elimden düşmüyordu. Emiyordum, süzüyordum...eritip kendi hamuruma katıyordum sözcüklerini. Öyle bir aşkla, öyle bir iştahla seviyordum kalemini.
Aynı dönemde "mahkemeyi yol eyledik bu sene" türküsü çalıyordu kendisi. Hakkında durmadan dava açılıyordu.  Muhtemelen"Vatan, uğrunda ölen varsa vatandır" dizelerine inat yazdığı   " Bayrakları bayrak yapan, bayrak imalatçılarıdır. Toprak, eğer uğrunda ölen varsa utanmalıdır!" dediği "cehennem bileti" şiiri yüzünden  mahkeme yolunu su yoluna çevirmişti.
Her dönem olduğu gibi o dönem de içerliyordum bi şeylere. İçimde durmaksızın bir öfke köpürüyordu. Her ne sebeple olursa olsun bir "fikrin" yargılanması insan-oğlunun en ilkel icadıydı işte ve hala öyle.

Ne var ki  hiç bir hayranlık tek başına bir bütünü kapsa(ya)mıyor. İyi olacak hastanın doktor ayağına gelir misali bi gün öğle saatinde okul kantininde, bir elimde tost, bi bardak çay ve önümde O'nun kitabı açıkken, dünyalar güzeli esmer bir kız yanaşıyor yanıma. Küt diye bi sandalye çekip oturuyor.
-Merhaba! sever misin Yılmaz Odabaşı'nı.
-Çook!
-Tanışmak ister misin peki?
-Yook!

demek varmış...

demedim oysa.
-Deli misin sen? hem de nasıl... ama nasıııılll? :)
-Teyzemin sevgilisi. İstersen tanıştırabilirim yani.
-Şaka yapıyorsun....yo yapmıyorsun! :)

Yapmıyordu.
Eylem'in teyzesiyle birlikteydi sahiden.
İlerleyen günlerde Eylem en yakın arkadaşım, Yılmaz Odabaşı da artık  çok da sevmediğim bi şair olacakmış.
Nerden bileyim.

Gene böyle bir kış vakti "ellerimde çiçekler kapında sırılsıklam" modundaydım.  :)

İçime kocaman bi sevinç, üstüme cicilerimi giydim ve nihayet deli gibi hayran olduğum o şairle  yüz yüzeydim.
Bilirsiniz işte...
Bir sohbet bir muhabbet derken, Eylem bir sigara yaktı.
Yakmaz olaydı.
Gönlümün fatihinden şöyle bir cümle çıktı "Hadi ben neyse, teyzenin karşısında sigara içmeye utanmıyor musun Eylem?"
Bi şaşaladım.
Biraz ağzımı açtım...ve bi müddet öylece kaldım.
Nihayet kendime geldiğimde, şaka yapıp yapmadığını anlamaya çalışıyordum ki,  Eylem direk sordu. "Nasıl yani?"
"Nasıl yanisi yok işte, çok ciddiyim. Vardır yani benim böyle feodal kalıntılarım" dedi.

Bende aşk o saniye bitti.

"Sigara sağlığa zararlıdır" dersin, eyvallah.
"Henüz çok gençsin be güzelim, kendini niye böyle zehirliyosun?" de, onu da anlarım.
Ama bu ne be gözünü sevdiğimin insanı.

Ufku ötelerde, aklımın içinde çığırlar açan bi adamsın sen yahu!
Geçmiş karşıma diyorsun ki "feodal kalıntı"

Başımıza her ne halt geldiyse ve hala geliyor ve de gelecekse faili hep o muhteşem feodal kalıntınız değil mi be adam?

Feodal kalıntınızı yiyim sizin e mi?
Özgürlük, aydınlık diyen dillerinizi, böyle feodal kalıntılarla buruşunuzu yiyim. Sokakta eşitlik derken kaldırdığınız sol elinizi farkında olmadan sağ elinizle büküşünüzü yiyim.

Bi gidin ya...
Valla!
Harbi harbi gidin.
Başka türlü bi aydınlık, başka türlü bir özgürlük anlayışı giyinip gelin.
O zaman beklerim.
Gene baş tacı ederim.
Ama bu halinizi, nasıl desem... açlıktan ölsem, gene yiyemiyorum.
Miğdeme dokunuyorsunuz.
Bünyem kabul etmiyor işte.
Ne yapayım.

Tuhaf bir geçiş olacak biliyorum ama; size bugüne kadar bir erkekten işittiğim en güzel cümlelerden birini  söyleyeceğim.
Bi bardak çay var elimde. Bırakıyorum masaya, mutfağa doğru gidiyorum. Nereye? diyor.
"Sana da çay getirmeye" diyorum.
"Lütfen! diyor. İşte ben rahatsız oluyorum böyle şeylerden, ben kendi çayımı alırım."

"Aşkolsun" diyorum. Ne farkeder. Bi bardak çayı versem ne olur, vermesem ne olur!?
Çok şey.
İnanın çok şey oluyor.
Çayı vermekle bişey olmuyor da, bunun senden bir görev gibi beklenilmesinden çok şey oluyor.

O ne mübarek bir anneymiş öyle be!
Milyonda bir gibi.
Çölde bi bardak su gibi.
Oğluna üfürükten  bir "feodal kalıntı" aşılamamış.
Vay arkadaş! :)

Demem o ki sevgili yurttaşlarım :)
Siz siz olun, kendini aydın sanan "feodal kalıntı" sahibi sözüm ona özgürlük-çülere kanmayın.
Gördüğünüz her yurdum kadınını da üstünde un gördündüz diye, değirmenci sanmayın!

Bu gece bunları sayıkladım.
Haydi sağlıcakla kalın.
Öperim...









Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Peki'yi kim icat etti?

ERTUĞRUL ÖZKÖK: CENAZEM KİLİSEDEN KALDIRILSIN İSTİYORUM!

Rötarlı: Grinin Elli Tonu