Vasiyetname'm: Küllerim her hangi bir havaalanına savrulsun...Lütfen!

Brokeback Dağı'nın hüngür hüngür ağlamaya başladığım sahnesiydi. Ağlamaya hazırlık aşaması diye bişey vardır halbuki. Önce miğdenize yumruk gibi bişey iner. Sonra bi ip yumağı gibi döne döne gelip boğazınıza oturur. Sonrası malum...en azından genelde böyle olur. Bazen de böyle olmaz işte. Küt diye, öncesiz, sonrasız tek bi andır sadece. Çiselemeye başlarsınız önce...sonra hızlanır. Topu topu döktüğün dört damla gözyaşı be kızım, şu yaptığın girişe, kopardığın gümbürtüye bak diyebilirsiniz tabi.
Atış serbest.
Ağzınıza geleni, dil altı yapmayın. Bırakın o da zembereğinden boşalsın.  Hatrım kalır.
Ledger ve Jack Twist'in hikayesini anlatıyordu film. Birbirine aşık iki adam. Alıştığımız kadın-erkek ilişkisinden çok da farklı değildi belki. Biri daha çok seviyordu...o da Jack'ti.

Hikayenin sonunda öldü.
Ledger, sevgilisinin izini sürmeye,  ailesinin ziyaretine gittti. Jack'in doğup büyüdüğü eve.
Odalarında dolaştı. Kanlı gömleğini buldu dolapta. Bağrına bastı...kokladı...Sonra Jack'in annesi geldi yanına. Dedi ki,  bence "daha az" seven adama: Jack'in vasiyetiydi. Küllerinin Brokeback Dağı'na savrulmasını istedi....!!!

İşte o sahne.
Gözümün önündeki bütün bulutları kararktan, tüylerimi diken diken eden, içimi oyan sahne.

Orda tanışmışlardı.
Orda seviştiler ilk.
Orda buluşup sarıldılar defalarca.
Orda yalvardı kaç kez Jack,  Ledger'e.

Herşeyi bırakalım...kendi yolumuzu sürelim diye.
Ladger'in götü yemedi hiç.
Sevişmeye gücü yetiyordu ama; o'nun için dünyanın karşısına dikilmeye "Ben buyum, biz buyuz, böyleyiz!" demeye gücü yoktu Ladger'in.

Bi çoğumuz gibi aslında. Dedim ya...kimsenin gücünün sınırını yargılamamayı öğrendim en sonunda. O'nun gücü o kadardı. Oraya kadardı.

Ve film bitti. Birden şu soruyu sorarken yakaladım kendimi. Sen peki? bugün küllerin yakılsa, nereye savrulsun isterdin Oya?

Geçmişte aşık olduğum her hangi bir adamın yanını düşündüm.
Hayır!

Bi köprü altını, bi denizin kabardığı o anı...
Herhangi bir yol kenarını...
bi dağ başını...
Yok.

İki gün önce konuştuk Selim'le.
Vasiyetimi yazacağım dedim.
Tüm kalbinle mücadeleni sonuna kadar vereceksin söz mü? dedi.
Söz...dedim.

Ankara da olur, Eskişehir de.
Trabzon da olur, Paris de.
Prag da olur, Berlin de.

Görüp de en çok sevdiğim herhangi bir şehir de olur, çok isteyip de bi türlü göremediğim her hangi bi yer de.

Vasiyetimdir: Kayıtlara geçsin.
Öldüğümde, yakılıp, küllerimin her hangi bir havaalanına savuralmasını istiyorum....

Üstüme uçaklar inip kalksın.
Tozumu alıp, göklere çıkarsın...
Savursun ordan oraya kokumu...


Beni daha çok "ben" yapsın.
Ben tam hakkını veremedim belki;
küllerim versin.
Günahı boynuma.





dipnot: korkmayın! ölmüyorum...
daha değil.

Yorumlar

  1. ben daha izleyemedim brokeback dağı'nı. Ama konusunu, özetini falan okuyunca dedim çok anlamlı bir yapıt. Bence gizlenmek zorundaki gey erkeklerin hayatını çok güzel bir biçimde anlatmış olabilir.. Hayırlısı.

    YanıtlaSil
  2. Tiffany en kısa zamanda izlemelisin!!! üç ünlem var yanında dikkat bebeğim ;) Çok seveceğini umuyorum...izleyince yaz fikrini lütfen. Sen çok daha başka bi gözle izleyeceksin çünkü. Kesin.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

hoşgeldiniz

Bu blogdaki popüler yayınlar

Peki'yi kim icat etti?

ERTUĞRUL ÖZKÖK: CENAZEM KİLİSEDEN KALDIRILSIN İSTİYORUM!

Rötarlı: Grinin Elli Tonu