Menekşe ve bir kaç şey daha...

Garson geliyor. "Soslu cevizli kek ve bi açık çay" diyorum. "Hemen" diyip gidiyor. İki dakika sonra elinde kek ve çayımla geri geliyor. Onları masaya bıraktıktan sonra teşekkür etmek için kafamı kaldırdığımda göz göze geliyoruz. Gülümseyerek masamdaki menekşeyi alıyor...Tuhaf tuhaf bakıyorum suratına. "Niye alıyorsun ki şimdi çiçeğimi?" der gibi...
Anlıyor...açıklama yapma ihtiyacı hissediyor.
"Biraz güneşlensinler diye şu masaya koyacağım" diyor sağımda duran güney cepheli masayı göstererek. :)
Yüzümdeki soru işareti kayboluyor. Bu kez ben gülümsüyorum...O menekşeler içime kaçıyor birden. Bi yerlerimi tatlı tatlı gıdıklıyor...

Oğlan bahşişi haketti!

Röportaj yapmayı çok istediğim birine sorular hazırlıyorum...Canım bugün açık havada yazmak, düşünmek hayal kurmak istedi. Daha önce verdiği röportajları okuyorum...Bi yerinde demiş ki, şimdilik adı bende saklı dünyalar güzeli genç kadın " Nedensiz sevemem ben!"

Bayılıyorum cevaba. Ölüyorum...İşte buu! diyorum. Bi şekilde el ve gönül yordamıyla sanki hep doğru taşa oynuyorum. Daha tanışmadan seviyorum onu...Sırf "nedensiz seve-miyor o da!" diye. Nedensiz sevmeye inanmıyorum! Samimiyetsiz ve kuru geliyor. Galiba sırf bu yüzden "sevgi anlaşmak değildir, nedensiz de sevilir" dizelerini de sevmiyorum zaten ben!

Nedensiz sonuç olur mu?

Ben bunu düşünürken ıslık çalıyor telefonum birden. Bakıyorum...bir mail, "Bunları gördün mü?" diyor başlığında. Görmedim. Görmek de istemiyorum şu an diyorum. Üzgünüm Leylaaa!

Ankara'da bahar bi tuhaf. Aynı günde dört mevsimi birden yaşatıyor insana. Sabah güneşliydi, bi ara yağmur atıştırdı, şimdi de tuhaf bi rüzgar esiyor...azcık üşüyorum ama inatçıyım. İçeri girmeyi aklımdan bile geçirmiyorum.

Aklımdan çok başka şeyler geçiriyorum...

Çok sevdiğim bir şehrin yüzünü hayal ediyorum...Şaşırınca tek kaşını nasıl kaldırıyor havaya mesela? Sinirlenince eline geçen ilk şeyi kırıp atıyor mu bi tarafa. Yoksa içine mi kapanıyor hemen. Küsme huyu var mı ? Varsa uzun süre devam ettiriyor mu o halini? Yoksa hemen dönüp sarılıyor mu yeniden insanın boynuna?

Kaprisli mi?
Boş mu veriyor dolu mu?
İnatçı mı yoksa çabuk mu vezgeçiyor? Onun da üst dudağı alt tutağından ince mi sevdiğim diğer şehirler gibi...

Aynılığı sevmem de ben!
Ondan.
Merak ettim işte...

Galiba birazdan yağmur yağacak gene.
Bob Dylan çalıyor fonda...



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Peki'yi kim icat etti?

ERTUĞRUL ÖZKÖK: CENAZEM KİLİSEDEN KALDIRILSIN İSTİYORUM!

Rötarlı: Grinin Elli Tonu