Umrumda bile değilsin Bilo !

Fotoğrafın güzelliği bi yana, hatunun sarıldığı bu direk anında  Bülent Arınç'ı çağrıştırıyor bana. Sonra da bütün kız arkadaşlarımın "Oya gözünü seveyim şu kahkaha konusunda iki kelam niye yazmadın!" sorusu dikiliyor karşıma.
Yazmadım.
Ve sanırım gene yazmayacağım.
Yok saymayı, üstünden atlamayı tercih ediyorum. Zira o kafayla bilgisayarın başına her oturduğumda tahmin edeceğiniz üzere "bi gülme tutuyor" beni.
Yazamıyorum...
Onun yerine ille konuya dair bi cümle kuracaksam da; Umrumda bile değilsin Bilo! demek istiyorum.
Boş versenize yaa!
Herkes işine baksın!
Şahsen şu ara benim işim tepemden aşıyor...

Sevgili Ankara!
Ben gidiyorum!...
Gidiyorum gitmesine de; insan sona vardığında nedense hep hikayenin başı gelir ya aklına!?
En azından bana öyle olur.
Nasıl ağlaya zırlaya geldiğimi hatırlıyorum sana.
İzmir gibi o zamanlar dünyanın en güzel şehri dediğim bi şehirden kaçarak geldim hem de.
Okul bitince "Allahım ne olur bir mucize olsun ve bu şehirde kalmanın bi yolunu bulayım!" diyişim mesela.
Ne kadar yürekten dilediysem artık; oldu!
İzmir'de çalışmaya başladım.
Ama ne çalışmak...
Böyle bir mutsuzluk yok sevgili -oyalamaca okuru- ! :P

Yere göğe sığmıyor.
İçimden taşıyordu resmen.
İzmir'in güneş batarken yeşile kaçan o ela gözleri var ya...
Artık ela bile değildi.
Bildiğiniz kara'ya çalıyordu.

Şehirlerle kurduğumuz ilişki de bi çeşit aşk gibi işte.
Bitince bitiyor.
Kalbin bilmem kaç desibel atarken; ne oluyorsa oluyor...içinde yaprak kıpırdamıyor.
Etkisiz-tepkisiz bi hal alıyor.
o zaman işte değil ki gözlerinin rengi, kokusu bile değişiyor.

Koku!
Aşkın kokusu değişir mi?
Değişiyor (muş)!
Misal ilk aşkım; sünmüş de sünmüştü.
14 yaşında başlayıp 18'e kadar gider mi bi tren daha o yaştayken.
İtele kakala gitti işte benimki.
Yüz kere ayrıldık, yüz kere başıştık o süreçte.
Çocuk gibiydim diyeceğim ama; gibisi fazla olacak.
Baya bildiğiniz çocuktum işte.
Canım sıkıldıkça " al misketlerini ver bebeklerini" derdim.
Sonuncusunda haklı olarak o salakça oyundan sıkılan arkadaşımız "Oya! lütfen bu son olsun. bi daha dönöşü olmayacak bende!" demişti.
Bildiğiniz aba altından sopa yani!
Yer miyim ben!? :)

"Aman be! gerizekalıya bak, aklınca gözümü korkutuyor!" demiştim içimden.
Haklıymış!
Son değilse bile sondan bir önceki olmuştu o ayrılığımız.
Sonuncusu koku'dan!
Ya da belki koku-suz-luktan olacak (mış)!

Evet; o günden sonra bi kez daha bir araya geldik biz gelmesine ama; şöyle enteresan bi şey olmuştu bi akşam üstü.
Geldi aldı beni dersaneden.
Yürüyoruz öyle yan yana...amaçsızca...
(O zamanlar boy boyaydık, sonra o beni nasıl olduğunu anlayamadığım bi şekilde  bir yıl içinde ikiye katladı ama. Yani düşünün ki gelişme çağımızı bile tamamlamamışız! )
Attım elimi omzuna; öpücük alacağım güya.
Birden burnuma tuhaf bi koku geldi.
Garip...anlamsız...tuhaf bi koku.
Ter kokusu değil!
Hakkını yiyemem şimdi.
Benden daha temizdi.
Ağız kokusu değil; dişlerini benden daha çok fırçalardı.
Bi kokuydu işte.
Ne o gün ne de ondan sonra ne olduğunu hiç bulamadığım bi koku.
Belki de  cenaze kokusuydu. Kimbilir!?
Bitmişliğin, artık ol-a-mıyor'luğun kokusu.
Ya da bu çok sert oldu; biraz yumuşatayım desem...belki küf kokusu.
Ne bileyim ben.
Kötüydü işte.
Elle tutulamayan, gözle görülemeyen, boşluktan içine çektiğin...ama içinde kendine dolaşım alanı bulamayan, patlayan bi koku!

Patladık!

İzmir!
Sonra ben başımı alıp İzmir'e gittim işte.
Bir üniversite öğrencisinin başına gelebilecek en güzel şehirlerden biriydi İzmir.
Eminim hala öyle! :)
Hafifti bi kere.
Daha önce de yazmıştım hani; ayakkabı değil terlikti.
Rüzgarda uçuşan çiçekli elbiseler gibiydi...
Sabaha karşı 4'te gelirdin eve, kızlı erkekli. Kimse kimsenin tavuğuna kış demezdi İzmir'de.

Derken okul bitti.
Ve İzmir benim için bi daha hiç aynı İzmir olamadı.
Dedim ya; mutsuzdum.
Deli gibi Ankara'ya geri dönmek istiyordum..

Bi gün arayıp telefonda abime hıçkıra hıçkıra ağladığımı hatırlıyorum.
Benim abim ki nasıl desem..biraz hanzodur! :)
Bazı konularda dünyanın en ince insanı ama bazılarında tam bir hödüktür.
Ona rağmen öyle bi adam bana telefonda şöyle demişti düşünün. "Kızım deli misin? kafayı mı yedin. Bok mu var Ankara'da? Gençsin, fıstık gibisin, iyi kötü kendi paranı kazanıyosun. Ye iç gez dalgana bak!"

Şoklardan şok beğenmiştim kendime.
Çok hoşuma gitmişti abimin ağzından dökülen o cümle.
Demez çünkü. Düşünmez öyle.
Eve giriş saatime en çok o müdehale ederdi. Ne giyip, nerde gezdiğim bizim evde en çok ondan sorulurdu.

Misal lisedeyken benim eve en geç giriş saatim 7.30 du. Sonra bi arkadaşım bana akıl verdi. Dedi ki "Oyacım bu işler yavaş yavaş olur, ne yap bak biliyo musun? beş dakika beş dakika o saati ileri at!" :)

Yaptım!

Bir gün 7,35 te ertesi gün 7,40 ta gitmeye başladım.

Bi gün eve girdiğimde saat 09,00 dı.
Benim ki ayaklarını uzatmış Annemin caaanım su yeşili orta sehbasına.
"Bana bak! o saat beş dakka on dakka ata ata 9'a geldi yerleşti. Dikkatimden kaçtığını sanma!" :)

O konuşmada yanımızda mıydın mübareğin oğlu!? :)

Bu kadar olur.
Pesss! :9

Diyeceğim şu ki, yeniden o baskının altına girmeyi bile göze almıştım. Düşünün!
Öyle bir sıkılmak.

Pılımı pırtımı topayıp geldim sonunda.
Arada ne yaşandıysa yaşandı işte.
Oralara girmeyi hiç düşünmüyorum şu an.
Netekim girmeyeceğim.
Hoooppp;

İstanbul! diyeceğim.

Ba(ğ)zı insanlar öyle.
Yapacak bi şey yok.
Rakı gibi düşün.
Şişede durduğu gibi durmuyor işte.
Duramadım.

Bir Çorumlu atasözü (Ayfer Çataloğlu) der ki; kanın bitlendi senin.

Çıldırdın heralde diyen de var. Bence şahane bi fikir diyen de.
Ben ne hissettiğimi hala tam olarak bilmiyorum.
Hem çok mutluyum; hem de deli gibi korkuyorum!
Yalan değil; ama korkunun ecele faydası yok. Onu da biliyorum!

Çok da mutsuz olursam; içimde çalan "kendim ettim kendim buldum" şarkısı eşliğinde bi gece yarısı Beyoğlu'nun ara sokaklarından birine kusmak istiyorum...!
Bi şey olacağından değil de,
bünyeyi rahatlatır!

Bir ihtimal daha var!

Afferin bana! demek. Bacak kadar boyum var, bin bir türlü gücüm! diye eklemek.

Çok da direnmezsen, gücünü gereksiz yere hoyratça tüketmezsen, su seni nasılsa kaldırıyor bi şekilde ve boşlukta süzülüyorsun ya öylece...
Bu da biraz öyle bence!

Hem zaten geçen gün rüyamda bir çift insan gözü gördüm.
Ay çekirdeği gibi.
Gülünce dümdüz oluyor...

Çarşaf gibi bi deniz düşün işte!

Hani bi gün bi şey nefesimi gerçekten kesecekse,
buna teslim olmaya hazırım dediğin!

Allah utandırmasın! :P
Ve kocaman bir kahkaha...

Umrumda bile değilsin Bilo!

Bi yerden aşağı,
Kasımpaşa!

Yorumlar

  1. güle güle git yolun hep geniş aydınlık kapıların sonuna kadar açık olsun :)

    YanıtlaSil
  2. Teşekkür ederiimmmm...umarım! ;)

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

hoşgeldiniz

Bu blogdaki popüler yayınlar

Peki'yi kim icat etti?

ERTUĞRUL ÖZKÖK: CENAZEM KİLİSEDEN KALDIRILSIN İSTİYORUM!

Rötarlı: Grinin Elli Tonu