Bir işçi partiliyle imtihanım: Herşeyinizi gördüm...yüzünüz buruştu sizin!

Beyoğlu'nun ara sokaklarından birinde, akşam saat dokuz civarı cereyan ediyor hadise. Aslında niyetim eve dönmek, o yüzden minübüs durağına doğru ilerliyorum ama;  daha önce defalarca önünden geçip gittiğim o köşede bi an gözüme takılan o mekanı ilk defa görüyorum sanki. Hatta bence biri onu oraya o an koydu eliyle. Şaka değil, iddilalıyım! :)
Neyse,  belli ki bela çağırıyor beni. Gitmesem olmaz şimdi. Giriyorum içeri, topu topu bir bira içeceğim,  onu yaparken de etrafı seyrederek sigaramı da püfürdeteceğim mümkünse. Garsona diyorum ki "sigara içilen tek alan bu ön taraf mı?
"Evet ama yer var zaten" diyor. "Yok" diyorum. "Ben göremedim" İşaret parmağıyla şapkalı bir adamın oturduğu masayı gösteriyor. "E dolu işte " diyorum. Gülüyor..."İstanbullu değilsiniz galiba" diyor. Hay ağzına tüküreyim, al bir tane daha! Çok mu taşralı duruyorum lan ben! nedir yani? Ankaralıyım işte, bayağı da büyük şehir,  hemi de başkentiniz!" demiyorum tabi. Bunları içinden geçiriyorum. "Yoo " diyorum. "İstanbulluyum, niye ki?" Hayır yanlış anlamayın lütfen! genelde İstanbul'un yerlisi böyle şeyleri sorun etmez, biz her şeyi paylaşıyoruz" diyor zat-ı şahaneleri. "Ay hadi yaa! valla mı diyorsun? Yalanınız batsın e mi! Çağırayım mı Selda ablamı şuraya, çıkartısın sazını "Yaprak döker bir yanımız, bir yanımız bahar bahçe" yi tıngırdatsın size ithafen şuracıkta.  Neyse bunlar derin mevzular. Gerek yok bu kadar polemiğe tabi. Kendi iç meselelerimle adamcağızın kafasını da  ekşitmeyim şimdi" diye diye  bıdırdanaraktan içimden, geçiyorum efendi efendi gösterdiği  masaya.
Bir bira söylüyorum. Bir de tuzlu fıstık. (Fıstıksız bira içemiyorum ben biliyor musun? Ama haklısın bunun da konumuzla hiç ilgisi yok.) Derken...aklıma aldığım tiyatro bileti geliyor. Hep gelir...beni mutlu eden şeylere tekrar tekrar bakmak isterim...gözlerimi üzerinde gezdirmek...parmaklarımın arasında hissetmek isterim. Aynen bu duyguyla elimi atıyorum çantaya, yok! Önce paniklemiyorum aslında ama cıfıt pazarından hallice olan çantamı komple boşalttıktan sonra masaya, bana olanlar oluyor. Delireceğim! Yok işte yok! Cüzdanı karıştıyorum, poşetteki kitapları çıkarıp tek tek sayfalarının arasına bakıyorum...yok. Tam o sırada oluyor işte olan. "Hanımefendi cürretimi mağzur görün, her şeyinizi gördüm" diyor masamda oturan şahsiyet. "Herşeyinizi gördüm " demek ne demek be adam!? Allah iyiliğini versin senin. "Yaa öyle oldu! bütün kirli çamarışlarımı döktüm ortaya" diyorum. Gülüyor..."herkesin kirli çamaşırları böyle olsa keşke, ortalığa kitap saçtınız, ne güzel..."  Allah razı olsun, pek iyi pek hoş dedin de benim biletim nerde!" diye  söylenmeye devam ediyor iç sesim.  "Çok afedersiniz, ne işle meşgulsünüz?" diyor bu sefer. Hayır görüyorsun sinir tepemde! niye bu kadar zorluyorsun ki şansını di mi?" Zorluyor işte. Yapacak bir şey yok. Halbuki  bir geri zekalı bile anlar o öfkeyle masaya saçtığım bütün faturaları yemeye muktedir olduğumu; ama bizimki anlamıyor işte. Tam içimden geldiği gibi cevap veriyorum bu sefer  ben de! Kendi kaşındı. "Sanane!" diyorum ağız dolusu. 
Diyorum demesine de, iki dakika sonra vicdan azabı duyuyorum kendimce! Yani böyle öküzcene de cevap verilmez ki... "Kusura bakmayın ya!" diyorum. Yani ben gerildim biraz da...sizle hiç ilgisi yok. "Yok biliyorum, farkındayım" diyor. "Önemli bir şeyinizi kaybettiniz heralde" Biraz öyle oldu evet; yerine gelmeyecek bir şey değil ama işte, gene de asabiyat katsayım baya yüksek şu an, salaklığıma doymayım" Bizimki kahkaha atıyor bu sefer. Hayır bu kadar komik olan ne onu hiç anlamış değilim  de, sonrasında işin rengi daha bir değişik hal alıyor  zaten. Bu kez benim ağzımdan dökülüyor aynı soru. Madem o sormaya ordan başladı. "Siz neyle meşgulsünüz?" Fotoğrafçıyım ben aslında diyor. Aydınlık gazetesinde yazıyorum bir de yıllardır. "Aaa öyle mi?" diyorum. "İşçi partisinin di mi Aydınlık?" Evet işçi partisinin ama sizin yüzünüz buruştu hemen. "Yoo size öyle geldi sanırım" Yok bana öyle gelmedi, bayağı bildiğimiz yüzünüz buruştu İşçi partisinin mi? derken. "Yahu yok estağfurullah, niye buruşsun yüzüm?" E buruştu ben gördüm. 
Böyle durumlar için abimin kullandığı şahane bir deyim vardır, tam yeri geldi. "Sen soktun sen çıkar yarabbi!" Yok diyorum gözünü sevdiğimin adamı yok! Yüzüm müzüm buruşmadı benim. Çok ısrarlı. "Alaycı bir uslüp vardı yüzünüzde, küçümser gibi söylediniz" Sen bu kadar kompleks sahibiysen bunun diyetini niye bana kesiyorsun  yani şimdi? Zaten paranın para zamanında yüz lira vermişim iki bilete onu da kaybetmişim, allahtan reva mısın  şimdi üstüne!
Reva demek ki!
Bakın diyorum. Size öyle gelmiş olabilir, ama ağzımı yüzümü eğmiş değilim. Ha bayıldığımı da söyleyemeyeceğim; ne var ki sizi de siyasetinizi de küçümseyecek ölçüde tanımıyorum. "Bence tanıyorsunuz!" diyor bu sefer. "Herkes bilmez Aydınlığın işçi partisinin olduğunu, bu önemli bir ayrıntı" Bence abartıyorsunuz, belli ki hassas olduğunuz bir konu, bence az çok etrafında ne olup ne bittiğiyle ilgilenen herkes de  biliyordur zaten" diyorum filan ama;  o dakika artık anlıyorum ki ne desem boş, ikna olmayacak! Beyhude çaba...
Garsona işaret edip, hesabı istiyorum. Sanırım daha fazla tahammül edemeyeceğim. 
 "Kalkıyor musunuz?" diyor. 
"Allah kabul ederse, evet" diyorum. 
"Bakın gene aynı şeyi yaptınız işte, dalga geçiyorsunuz" diyor. 
"Kusura bakmayın ama; artık haketmediniz mi?" diyorum. 
Hesabı ödeyip arkamı dönerken mırıltı halinde "bari biranı bitirseydin" diyor. 

Hakkımda hiç bir şey bilmediğinin farkında değil tabi. 

Yarım bırakmaya bayılırım... 


dipnot: yüzümü gerçekten buruşturmamıştım.
Valla!



Yorumlar

  1. Öteki olmanın komplekslerini yenmeden kimse özgürlüğüne kavuşamaz

    Öylesine geldi aklıma :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bu yazının ana fikrini bize tek cümleyle söyle deseler belki ben bile bu kadar net anlatamazdım. Miss Tiffany! Aklından öperim seni...

      Sil

Yorum Gönder

hoşgeldiniz

Bu blogdaki popüler yayınlar

Peki'yi kim icat etti?

ERTUĞRUL ÖZKÖK: CENAZEM KİLİSEDEN KALDIRILSIN İSTİYORUM!

Rötarlı: Grinin Elli Tonu