MEHMET GÜLERYÜZ :BİR ADIM SONRA YENİ BİR SÖZ SÖYLEYECEĞİMİZE İNANIYORSAK YAŞAM O ZAMAN YAŞAMAYA DEĞER!


Hayat en temel ihtiyaçlarımızı bile lüks gibi sunuyor artık. Hepimize  çektiği en kötü numara belki de budur. Küstah ve hoyrat üstelik! Nasıl? Duyamadık. Birileri oradan “Evet ya, işte bu! Hadi şuna haddini bildirelim!” mi dedi?   O zaman şimdi size,   bir süreliğine de olsa dünyanın geri kalanını  unutturacak  şahane bir haberim var.  İstikametimiz İstanbul Modern, “Mehmet Güleryüz Retrospektifi”  sergisi. Resme birazcık ilgi duyan herkes bilir ki Mehmet Güleryüz denince akan sular durmaz, iyice coşar. Daha kapıdan girer girmez öyle bir ‘yükselme’ yaşıyorsunuz. Elinizden tutup içine çekiyor sizi. Zaman mekan algınızı yitiriyorsunuz. Sergi sadece resim değil, sanatçının 1960’lardan 2010 yılına kadar tüm sanat kariyerinin dökümanı niteliğinde. Heykelden gravüre, tiyatrodan performansa kadar,  sanat yolculuğunun en güzel dönemeçlerine tanıklık ediyorsunuz.  Ben  sergide  bir saat kırk dakika kaldım.  Siz de tam manasıyla  hakkını vererek gezmek istiyorsanız en az bir buçuk saat ayırın kendinize.  Ve unutmadan; serginin  9 Ocak’ta açıldığı ve 28 Haziran’a kadar devam edeceği hatırlatmasını da yaptıktan sonra sizi Mehmet Güleryüz’le yaptığım sohbetle baş başa bırakıyorum.
Yanına keyif katınız! J    
Resmin şiirle, yazıyla ve felsefeyle ilişkisi üzerinden yola çıkarsak, ressam kimliğinizden hemen sonra ya da onunla paralel düzeyde hangisi sizi daha iyi tanımlar? Yoksa bir ressam aynı zamanda bunların hepsi midir?
-Düşünce bazında bakacak olursak, bunların hepsiyle arasında çok ciddi bir bağ var. Ben her ressamın kendi içinde filozofik bir tartışma yapması gerektiğine inanıyorum. Nasıl ki bir şiiri anlamak için o şiirsel duyguya sahip olmak gerekiyorsa,  resimde de o şiirselliği yakalayabilmek o kurguyu, o atmosferi oluşturabilmek gerekiyor. Yazarlık meselesine gelince, o herkesin kendi kapasitesine göre oluşabilecek bir şey. Ben resmi ifade edebilmek için yazıya dökmeyi denedim ama; bunlar en nihayetinde benim düşünce notlarımdır ve bana asla bir yazar kimliği vermez. O yanı sadece benim düşünsel dünyamın resmin etrafında kurguladığım,  felsefi yanıyla ilişkilendirdiğim ve günlük hayatta edindiğim deneyimlerle harmanladığım ilişkiler içinde bir bütündür. Ama dediğim gibi,  buradan yola çıkarak,  kendimi asla  yazar kimliğiyle  tanımlamam.
 Sergide yer alan  ‘Teşekkür’ yazınızda çok dikkat çeken bir nokta var.  Diyorsunuz ki  “Bana resmi saydıran hocam Hulusi Sarptürk’e: Bir tokat  eşliğinde resimden bütünlemeye bırakmıştı beni. Resimden bütünlemeye kalan tek öğrenciydim.”  Bu sizi kamçılamış bir şey midir? Yoksa sadece hayatın garip bir ironisi mi?
-Orada özellikle vurgulamak istediğim şey, aslında benim yeteneğime ve yapabileceklerime rağmen takındığım,  belki de o laubali tavra karşılık, geleceği gören bir adamın emniyeti ile müdahil olmuş bir hocaya duyduğum  şükran duygusudur.  O bana çok ciddi bir şey öğretti. Çok net olarak söylediği şuydu aslında, “ Salt yeteneğinizle herhangi bir sanatın içine öyle saygısızca giremezsiniz. Ona küstahlık edemezsiniz.”  Aslında bana ve yapabileceklerime inandığı ve bunu gördüğü için “sanatı saydırmak” adına çok mühim bir nokta koymuştur hayatıma ve kendisi daima şükran duyduğum bir zattır. 

Hazır yetenek demişken, neredeyse sanatın her dalıyla ilgili büyük bir tartışma konusudur,  “yetenek dediğimiz şey aslında nedir ya da tek başına yeterli midir?” sorusu. Bu konuda nasıl düşünüyorsunuz? 
-Yetenek elbette hiç bir şey için tek başına yeterli değildir fakat;  yeteneğin bir “üst bilgi” olduğunu da asla  unutmamak ve yadsımamak gerekir. Yetenek geliştirilmesi gereken bir hammadedir.  Kendi içinde başlı başına bir hazır bilgidir.  Asla sıradan bir beceri değildir. Üst seviyede bir sezgidir. Düşünce yüksekliğidir. Niye beş on yaşında bir çocuğun kompozisyonuna şaşırıyoruz mesela değil mi? Başka bir insanın koca ömrü boyunca toplayamadığını,  beş altı yaşında bir çocuğun toplayabilmiş olduğunu görürüz bazen. Bunun daha bir üst boyutu da dehaya giriyor zaten. 
Ferit Edgü sizin için diyor ki “ Güleryüz’e göre resim irkiltmek, düşündürtmek, tedirgin etmek, hatta korkutmak içindir!” Peki siz çizerken gerçekten bu kaygıları taşıyor musunuz?  
-Asla bu amaçları güderek çizmiyorum; ancak ürettiklerimin birilerini irkiltebileceğini, rahatsız edebileceğini bildiğim halde kesinlikle bunu yapmaktan çekinmedim bir gerçek. Bu anlamda kendi düşüncemin önüne hiçbir zaman geçmedim. Bunun sonucu ne olursa olsun, bunun “istenmeyen” bir şey olacağını bilsem de bunu yapmaktan asla geri kalmadım.  Evet, şu bir gerçek ki benim resmimin çabuk uzlaşan ehli ve yandaş bir yanı yok. Olamaz da. Ama dediğim gibi üretirken de “bunu bir amaç” edinerek üretmiyorum. Ben üretiyorum sadece, ortaya çıkan sonuç bu. 
Serginizi gezerken duygu olarak insana geçen en temel hislerden biri bu yalnız. Sanki hep bir isyan ve başkaldırı var.
-Dediğim gibi, hayatınız boyunca  tüm o biriken yaşantılarınızdan size geçen his,  eğer bir başkaldırı bir red ise o zaman onları resme aktarırken sakınmıyorsunuz. Resmin etkisini asla kısmış değilim. Böyle söyleyeyim. 

 Şair Nazım Hikmet’in “En güzel deniz henüz gidilmemiş olandır, en güzel çocuk henüz büyümedi, en güzel günlerimiz henüz yaşamadıklarımız” dizelerinden yola çıkarak sorsak, Mehmet Güleryüz en güzel eserini verdi mi sizce?
-Şimdi şüphesiz,  insan gelecek günleri doğru adımlarken,  daima daha ilerisini,  ilerdeki zamanı cevaplayacak şeyler yapmak ister. Çünkü söylemiş oldukları zaten söylemiş olduklarıdır artık ve geride kalmıştır. Her insan kendinde eğer,  yeni bir söz söyleme ihtiyacı, yeniden tanımlama ihtiyacını duyuyorsa,  şüphesiz ki  o insan yaptıklarıyla memnun olmaz. Kendini asla yeterli bulmaz. Evet, sanatçı geçmişten beslenir fakat aynı zamanda da hep geleceğe bakar.  Biz şayet,  bu hayat dediğimiz yolda yürürken bir adım sonra “yeni bir söz” söyleyeceğimize inanıyorsak yaşam o zaman hakikaten yaşamaya değer!

MUTLAKA GÖRÜNTürk Solu adını verdiği 2006 tarihli tuval üzerine yağlı boya çalışması,
Ayağımı yerden kestin adlı 2009 tarihli tuval üzerine yağlı boya çalışması,
Polyester karışık teknik kullandığı 2007 tarihli  Yarış Arabası,
Sırasıyla:  İsimsiz, Gören, Maymun, Şampiyon ve Tehlikeli Aşk isimlerini verdiği ve dolap  kapakları üzerine çalıştığı 1983 tarihli özel koleksiyon,
Ahmet Taner Kışlalı Anısına  1999 tarihli tuval üzerine  yağlı boya çalışması,
Ve 1970 yılı Mart ayında Milli Eğitim Bakanlığı’nın üniversitelere öğretim görevlisi yetiştirme amaçlı Avrupa konkurunu kazandığı Troleybüs Biletçisi.


HABERİNİZ OLSUN
 Ayrıca sergi etkinlikleri kapsamında, İstanbul Modern, Mehmet Güleryüz’ü gençlerle buluşturuyor. Eğitim programında ise Güleryüz’ün çocuklara özel hazırladığı bir video röportaja yer veriliyor. Pazartesi hariç hafta içi her gün okul grupları için ücretsiz olarak, bir müze uzmanı ile gerçekleştirilen ‘Güleryüz’ün Dünyasında’ adlı özel sergi turları düzenleniyor. (Sergi turları 4-6, 7-10 ve 11-12 olmak üzere üç farklı yaş grubuna yönelik hazırlanan içerikler ile sunuluyor.) İstanbul Modern, güzel sanatlar lisesinde okuyan ya da okullarının sanat klüplerinde görev alan lise düzeyindeki öğrencilerle Mehmet Güleryüz’ü sergi süresince bir araya getiriyor. 

AKLINIZDA BULUNSUN
      Salı’dan Pazar’a kadar her gün 10:00 ile 18:00 arası, 
      Perşembe günleri 10:00 ile 20:00 saatleri arasında  açık, Pazartesi günleri kapalı. 
     Tam bilet 19, indirimli 15 TL, Perşembe günleri  (Uzun Perşembe saat: 22.00'ye kadar)ücretsiz.


Yorumlar

  1. Dergicilik, tarzınız üzerinde de hemen etkisini göstermiş sanki :) "Mutlaka Görün","Haberiniz Olsun", "Aklınızda Bulunsun" gibi ifadeler, o jargonun etkisi gibi geldi bana :) Konu sergi olunca, bazı hususların altını çizmek güzel ve etkili olmuş bence.

    Aslında şu "isyan ve başkaldırı" bahsinde yeri de gelmiş ama sadece sanata odaklanıp da siyasete girmediğiniz için, Sanatçının açtığı dava ile, kendisinin de aralarında bulunduğu bazı sanatçıların "Devlet Sanatçılığı" unvanının iptali hususuna temas etmemişsiniz.

    Bir izleyici olarak resim sanatına düşkünlüğüm ortalamanın epey üzerindedir. Ankara'da, Resim Heykel Müzesi'ni belli aralıklarla gezdiğim gibi, gittiğim ülkelerde de resim müzelerini ihmal etmem ve hatta, sanat galerilerindeki sergileri de, seçerek, ziyaret ederim. Şili'nin başkenti Santiago'daki bir sokak ressamının, çok beğendiğim resmini, daha gezinin en başında olduğum için, binlerce km taşıyamayacağımı düşünüp almadığım için duyduğum pişmanlık, ilk günkü kadar taze. Düşünün artık resme ilgimi...

    Güleryüz'ün resimleri, genel olarak daha az ilgimi çekse de, özellikle, tuvalinde ekspresyonist yansımalar bulan resimlerini beğeniyorum. Ama, bi'çok sanatçının aksine, popülist kaygılarla, unvan adı altında verilen ve bu unvanı da ucuzlaştıran payenin hukuki boyutu ile sorgulanmasını sağlaması, ayrı hoşuma gitmişti.

    Hazirana kadar gelirsem İstanbul'a gezerim illaki ve "...ibibikler öter ötmez..." değilse de, erguvanlar açar açmaz oradayım muhtemelen :)

    YanıtlaSil
  2. Çınarcım bu haber dili. Dergiye yazdığım şey bir haber ve böyle olmak zorundaydı. Yoksa bunu bu şekilde yazmış olmam benim tamamen keyfi olarak yazdığım yazıları bu şekilde yazacağım anlamına gelmiyor. Ordaki haberi olduğu haliyle buraya aldığım için böyle oldu.

    YanıtlaSil
  3. Bundan sonra bütün yazıları da koyacağım buraya ve onlar da bu şekilde olacak! Derginin konsepti bu çünkü. Bir ikincisi erguvanlar açar açmaz bekliyoruz :)

    YanıtlaSil
  4. İşte ben, henüz İstanbul Life'ına karışamadığım için ve en üstteki "İstanbullife, Röportaj" etiketini de fark etmediğim için, oradaki haberin haliyle alındığını bilemedim ve abuk bir değerlendirme yapıp, sazanlığımı tescîl ettirmiş oldum :D
    E böyle olunca da, yazıyla kurulan temas, aynalı sazanın aynasından yansıyan ışığın parıltısında kaybolmuş :)

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

hoşgeldiniz

Bu blogdaki popüler yayınlar

Peki'yi kim icat etti?

ERTUĞRUL ÖZKÖK: CENAZEM KİLİSEDEN KALDIRILSIN İSTİYORUM!

Rötarlı: Grinin Elli Tonu