ALDIM VERDİM YENEMEDİM!

Bir zamanlar flört ettiğim bir oğlan birazcık bozuk atınca "ne o sıkıldın mı!" demiştim bir gün. "Sanmam. Hiç sevişmediğimize göre sıkılmış olamam!" demişti. Ankara'dayken deli gibi seyahat peşinde koşturuyordum. Sürekli "şuraya gideyim, şurayı da göreyim" planları kuruyordum. İstanbul gözümü kör etti sanki! Hipnotize gibi bir şey oldum ben burda. Kendimi ondan alamıyorum. Sürekli bir keşfetme arzusu... İnsan bir şehirle böyle bir ilişki kurabiliyorsa bir insanla da kurabilir bence! Ben aşkın asla sonsuz olmadığına kesin kes karar vermiştim oysa ki. İnsanoğlunun kat-i suretle tek-eşli olamayacağına!!! İstanbul bunun aksine ikna etti edecek beni! Ramak kaldı. O kadar renkli o kadar baştan çıkarıcı ki! Kralı gelse gözüm görmez derken inanın çok samimi söylüyorum. Ben bunu atıyorum bir Paris için söyleyemem mesela. Bence kimse de söyleyemez. Evet çok romantik evet büyüleyici, aristokrat bir havası var ve çok cool! Ama işte orda bitiyor. Beyoğlu'nun ara sokaklarındaki oryantalizmi ara ki bul! Yok, bulamazsın. Neredeyse tüm dünyanın poposuna parmak atanların bir çoğu da böyle düşünüyor zaten. Boşuna değil. Var işte bir bildikleri. Bu şehirde her şey var! Yeğenimin "Sinan'ın gözlerinde her renk var hala!" benzetmesi gibi işte. Sonra tuhaf bir ele avuca sığmazlığı var. Sana dünya-ları vaadedebilir ama asla teslim etmez kendini bütünüyle! O yüzden de heyecanın asla tükenmez. En azından bende yarattığı hissiyat bu. Hiç bir zaman sahip olamayacağını bildiğin şeye de heyecanın da merakın da tükenmiyor haliyle. Sürekli bir fethetme arzusuyla yanıp tutuşuyorsun. Tam yaklaştı, öptü öpecek derken çenesini aşağı indiriyor birden... ve iddia ediyorum ki bunun hazzı dünyanın en iyi birleşmesinde bile yok! Ben size diyim! Bu yüzden belki de sahip olduklarımız kadar ol-a-madıklarımızın da kıymetini bilmek lazım. Aslında insanı ayakta tutan yegane şey belki de bu! Ezel Akay'a huzurlarınızda bir kez daha şapka çıkartıyorum. "Yani siz şimdi edepli edepli karınız mı metresiniz mi diye soruyorsunuz. Ben tokmakçımız diye düşünüyorum" demişti hani. "Bu şehrin her köşesi benden daha büyük, daha bilgili, daha derin... evet yani; eğer buna cinsel bir metafor gözüyle bakacaksak alttayız biz" diye de eklemişti hani! Kıssadan hisse, eskilerin dediğine geliyoruz yine. Sonsuz aşk var; var var olmasına da, hiç bir zaman gerçek manasıyla bütünleşe-me-men lazım! Hep bilmediğin bir sokağı, bin kere arasan da bulamadığın bir adresinin olması lazım.

Yorumlar

  1. Öyle güzel yazmışsın ki, okudum, sonra bir daha okudum.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok mutlu ettin beni... ne mutlu! Teşekkür ederim:) Devam o zaman!

      Sil
  2. Gün boyu boş boş oturdum. PC'den açtığımda bir önceki yazıyı görüp, bunu göremeyince yine burada Oya'lanamayacağım belli ki deyip, başka şeylere yöneldim. Şimdi, iki ara bi'derede bakıp da görünce, kendime gıcık oldum.

    Ankara'nın renksiz akşamına akmak üzere olduğum için, asıl konuya, konuların konusuna değinmek yarına kaldı da girizgaha ilişmeden edemeyeceğim. Kalanı ise nostaljik bir tema; akası yarın :)

    Birisinden sıkılmak için sevişmek mi gerekiyormuş ille! Ne aptalca ve ne ilkel bir tutum. O sıkılmak değil, skoru yapıp gitmek olur.

    YanıtlaSil
  3. İstanbul bahsinde tekrara düşmemek için, Ezel Akay'la ilgili fasla baktım ama hiç yorum göremedim. Demek konuyu başka yerden oraya bağlamışım ama adresi şaşırmışım... Olsun. tekrar tekrar yaşanan şehir, tekrar yazılır da.

    Ama bu defa, İstanbul'u "Kız Kulesi'ni, ıslak saçlarına toka yapıp da takan bir kadın..." olarak tanımlamayacağım, seksizm ile uzak yakın ilişkisi olmayan bir benzetmenin kurbanı olmasın diye şehir.

    İstanbul'u, mısralara layıkıyla sığdıran şairlerin başını, hiç kuşku yok ki Yahya Kemal çeker. Aynı zamanda şiirde perfeksiyonun şahikası kabul edilen şairin, 15 senede tamamladığı şiiri bulunduğu dikkate alınırsa, İstanbul'u adeta bir oya işlercesine mısralaştırdığı anlaşılır. Elbette ki onun şiirleri, şehrin gözleminin değil, şehre duyulan aşkın sonucudur.

    Büyük şair, şehrin bir tepesinden İstanbul'u temaşaya durduğunda bile görmüyor gezmediği, sevmediği hiçbir yerini ve "Sade bir semtini sevmeyi bile bir ömre değer." buluyor.

    Bizim yaşadıklarımız gibi, bir şehrin kolaylık denilen sadeliğine mahkum kılınanların gözünü korkutsa da, orada yaşamaya mecbur bırakılanların bile artık vazgeçemediği sevdası oluyor İstanbul ve yine büyük Şair'in; "Ömrüm oldukça gönül tahtına keyfince kurul!" davetine mazhar oluyor.

    Evet, gerçekten de orada yaşayanın artık başka yerde yaşamayı düşünemeyeceği bir yer İstanbul. Ümit Yaşar da diyor ya hani; "İnsan bir kere sevmeye görsün, anladım/Nereye gidersen git, orada İstanbul." diye. Ayrılan da, bazen tahayyülünde bazen de sanrılarında yaşamaya devam ediyor şehri ve ayrılığın sonrası, "Şişede İstanbul, masada İstanbul..."

    Hep derim, İstanbul'u sevmemek, olsa olsa, bir şehri öldürmeye kasteden cinnetin tezahürüdür, diye. Renkten yoksun, griliğiyle meşhur bir şehrin çocuğu olarak ben, şairle aynı hissiyattayım ve "Yaşamıştır derim, en hoş ve uzun rü'yada...." İstanbul'da çok yıl yaşayan...

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

hoşgeldiniz

Bu blogdaki popüler yayınlar

Peki'yi kim icat etti?

ERTUĞRUL ÖZKÖK: CENAZEM KİLİSEDEN KALDIRILSIN İSTİYORUM!

Rötarlı: Grinin Elli Tonu