Kocanız pek romantik biri değil galiba?

Hani beş yüz sayfalık bir roman okursun da bana mısın demez, ama bir yerinde karakterin biri bir laf eder, götünün üstüne oturursun ya. Hah! İşte öyle oldu bana. 'Mustang' dan bahsediyorum. Hani şu bizim hikayemizi anlatan ama Oscar'da, Fransa'nın en iyi yabancı film adayı olan. Yalnız yazımın girişi kastını aşmış olabilir. Film bana hiçbir şey demedi de tek bir sahneyle alt üst oldum demiyorum. Film çok şey söyledi bana ama bir sahnesi var ki beni ters yüz etti. İçimi düğümledi. Beş kız kardeşin büyüme çağında yaşadıkları anlatılıyor filmde. Ama asıl olarak bu ülkede yaşayan bütün kız çocuklarının üç aşağı beş yukarı neler yaşadıkları, büyürken nelerle karşılaştıkları... Nasıl zapturapt altına alındıkları... 'Babalarının başları öne eğilmesin!(?)' diye. Ayrıntıya girmeyeceğim. Merak eden bir zahmet buyursun izlesin. Ama benim vurulduğum o sahne üzerine iki çift laf etmek istiyorum. Daha 15 yaşında var ya da yok, bir kız çocuğu, tamamen kendi kontolü dışında evlendiriliyor. Evlendiği gece bekaret kanı gelmiyor. Damat beyimizin anne babası o sırada kapıda bekliyor,  "Hadi çarşaf?" diyerek neredeyse kapıyı yumrukluyorlar. Paşa hazretleri de panik içinde kıza sürekli "hani nerede?" diye soruyor. Ben salağı bir an sanıyorum ki çocuk bileğini falan kesecek. Bir yerini kesip kan getirecek ve anne babasını susturacak. Romantizmime gelir misiniz!? :) Bence gelin... Ama olaylar başka şekilde gelişiyor. Karga tulumba kızı alıp doktora götürüyorlar. Doktor kızı muayne ederken ağzından şu cümle dökülüyor. "Kocanız pek romantik biri değil galiba!..."
Resmen içimi oyuyor o cümle. 
"Kocanız pek romantik biri değil galiba!?"
Bir ihtimal romantik olabileceğini düşünebilmiş olmam belki de o an beni o hale getiriyor. Zira dedim ya, kendi bir yerini kanatacak, kızı bir şekilde "kurda kuşa yem etmeyecek" sanıyorum. 
Yanılıyorum!
"Ah bu ben!..." :)
Neyse filme dönüyorum. Doktor soruyor o sırada kıza tekrar. 
"Daha önce biriyle birlikte oldun mu? Olduysan o zaman kan gelmiş miydi? "
"Oldum" diyor kız. 
Doktor muayne ettikten sonra "neden yalan söylüyorsun?" diye soruyor bu kez." Senin zarın elastik. Belki doğumda yırtılabilir, belki de hiç yırtılmayabilir. " 
Niye yalan söylediğini o da bilmiyor o an. Bir şeyler mırıldanıyor kendi kendine. "Saat kaç farkında mısınız, ben ne dediğimi biliyor muyum?" diyor doktora. Sonrası tufan! Bende yani. :) İnsan ister istemez bir özdeşlik kuruyor. O an o ekranın içine girmek, o kız olmak, damın toprağını yıkmak istiyor. Ben istedim yani. Haydar Dümen'in deyimiyle :) "o eşşek oğlu eşşeğin" dünyasını başına yıkmak mümkünse üçüncü dünya savaşını koparmak istedim. Belki çok alışkın olduğumuzdan, kendi yakın çevremizde değilse bile doğuda, ya da Anadolu'nun köylerinde benzeri hikayelerin hatta çok daha vahim hallerinin (bundan vahimi ne olabilirse artık...) yaşandığını bildiğimizden hikayenin geneli beni o kadar sarsmadı aslında. Çok üzücü, evet kahredici ama o gerçekle büyüdüğümüz için belki de aslında bir erkekten bile daha az etkilenebilir bir kadın o filmi izlerken. Bence yani. Ama bunu anlatırken bu kadar naif bu kadar duru bir cümleyle olayın asıl vehametini hissettirmek herkesin harcı değil kabul edersiniz. O senaryoyu yazan, o doktoro orada o soruyu o şekilde sorduran kadını ayakta alkışlıyorum. Beni kalbimden vurdun Deniz Gamze Ergüven. Lütfen o oscarı'al! 
O da bize (Türkiye'ye) kapak olsun! 

Yorumlar

Yorum Gönder

hoşgeldiniz

Bu blogdaki popüler yayınlar

Peki'yi kim icat etti?

ERTUĞRUL ÖZKÖK: CENAZEM KİLİSEDEN KALDIRILSIN İSTİYORUM!

Rötarlı: Grinin Elli Tonu