Sabır neydi?

Yaklaşık iki buçuk ay önce bir sabah koşma sevdasıyla uyandım. Rüya görmüş gibi... Blogumu düzenli okuyanlar Hatun'umun da hayatıma böyle girdiğini hatırlar. Bir gün önce bir köpek sahibi olma fikri aklımın ucundan geçmiyordu. Geçiyorsa da benden habersiz geçiyordu. Bilinçli olarak bir kere üzerine düşünmedim. Ama bir şey oldu ve bir sabah, "Bir köpek besleyip büyütmek istiyorum" diyerek uyandım. O günle Hatun'un hayatıma girip merkezine oturması arasında en fazla bir hafta geçmişti. Benim artık bir bebeğim, bir yol arkadaşım vardı. Sonra mütemmim cüz'üm (ayrılmaz parçam) oldu. Şunu farkettim: hayatıma bir anda, gökten zembille iner gibi giren şeyler bana hep iyi geliyor... Bir sürü şey öğretiyor, bir sürü yeni kapı aralıyor... Yapsam mı yapmasam mı, şöyle mi olsa, böyle mi olsa diye düşünmeye bir başlarsan o şey ya hiç olmuyor, oluyorsa da arada geçen zaman resmen ziyan oluyor... O yüzden küt diye atladığım denizleri seviyorum... Bilenler bilir, küt diye, "Ben İstanbul'a yerleşeceğim" diye yola koyuldum... Küt diye istifa ettim, evkaftaki memuriyetimden. Küt diye gazeteci oldum. Küt diye Hasan'a aşık oldum... küt diye Üsküdarlı oldum... Ama nasıl bir olmak... Belki de hiçbir yerlisi hayatında benim kadar Üsküdarlı olmadı! :) Kendimi hayatımda hiçbir yere bu kadar ait hissetmedim. "Oh be! Nihayet yalnız yaşayacağım, kutu gibi, miss gibi bir evim oldu" dediğim, çok mutlu, çok mutsuz, çok kalabalık, çok yalnız, çok aşık, çok hercai, her şeyi çok çok yaşadığımı düşündüğüm, kendimin bin bir türlü haliyle karşılaştığım o Ankara'daki minnak teras katına bile. Duvarlarının dili olsa da anlatsa diyesim geldi şimdi. Oldurmak için çok emek verdiğim bir şey nihayete ersin diye hüngür hüngür ağlayarak, diz çöküp Allah'a yalvardığım halimi ilk kez o evde gördüm mesela. (O güne kadar o kadar inançlı bir insan olduğumu da bilmiyordum ben :) Bugün olmadığı için şükrettiğim o dua... boşlukta süzülüp doğru yere gitti. Bu yazıyı şu an okuyan sen, her kimsen... bak bu söylediğimi hiç unutma: Bazen bir duanın gerçekleşmemesi demek de çok iyi bir şey demek! O yüzden diyen boş konuşmamış: "Tuttuğunuz dileklere dikkat edin, gerçekleşme ihtimali var!" O dilek, dua, ya da adına her ne diyorsanız, gerçekleşmediği için ben bugün burda, şu an oturduğum koltukta bu yazıyı yazıyorum. Ve şu an, tam da burada, olduğum kişi ve sahip olduklarım için hayata ne kadar minnettarım, kelimeler kifayetsiz anlatmaya... Neyse, ne diyordum... günlerden bir gün işte, yine böyle bir gece vakti düştü aklıma; "Ben koşmak istiyorum" dedim. Ertesi sabah taytımı, spor ayakkabılarımı çekip kendimi sahile attım. Beden alışsın diye ilk günler sadece günde bir saat kadar yürüyordum. O sırada da koşmayla ilgili ne bulduysam okudum. Yalnız bizde şöyle bir şey var. Bir şey hakkında önermede bulunurken, bilgi verirken önce olumsuzlardan açıyoruz ağzımızı. Ne kadar ne okuduysam koşmakla ilgili, hepsi şunu söylüyordu: Aman sakatlanmaya dikkat!!! O kadar odaklandım sakatlanma fikrine, o kadar tırstım ki koşmaya başladığımın haftasına sağ ayak bileğime bildiğiniz bir zıkkım girdi. Dediğim gibi, kafam oraya o kadar odaklanmıştı ki zaten aksi mümkün değildi. Sırf bu yüzden, tanıdığım, arkadaşlarımla muhabbetine yapılan dışında fal baktırmayı da hiç sevmem ben. Zira bana biri şu gün öleceksin kızım dese o gün ölürüm ben! :) Olumsuz şeylerden etkilenme eşiğim o derece yüksek! Neyse şimdi konumuz bu değil, konumuz bileğime saplanan ağrı. Nasıl bir batma hissi anlatamam.... Birkaç gün eczaneden aldığım bir iki merhemle geçer umuduyla bekledim. Geçmedi! Sonra ortopediye gittim, hiçbir şey çıkmadı. "Belli ki gerilmiş bir kas, biraz sabredin, bu sürede sakın koşmayın ama" dedi doktor. Sözünü dinledim. Koşmadım koşmasına ama bildiğiniz bunalıma girdim. "Ne bu şimdi? Para istemedim, pul istemedim, Allahın yolunda çıkıp koşmak istedim... Niye benim başıma geldi şimdi bu" diye diye kendi kendimin beynini ütüledim. Nasıl bir asabiyet yaptı bünyede görmeniz lazımdı. Bildiğiniz isyan ettim. Böyle böyle günler, hatta haftalar geçti. Bir sabah kalktım ve bileğimdeki ağrı gitmişti. Nihayet koşabilme hürriyetime yeniden kavuştum. Yalnız gözünüzü seveyim, nazar etmeyin. Yine bir şey olursa bu kez sizden bilirim ona göre! :) Şaka şaka. Diyeceğim şu ki 'sabır' diye bir şey var ve gerçekten çok mühim. Üstelik ben yarış atı olma sevdasında da değildim. Hani maraton koşmak istersin, önüne büyük büyük hedefler koyarsın anlarım, ama ben sadece koşmak istedim. Bildiğiniz dümdüz koşmak :) Koşabilen bir insan olmak. Peki niye ayağım bir taşa takıldı diye bu kadar buhran geçirdim? Hatırlamıyorum şimdi bir şiirin dizeleri miydi, yoksa bir yazıda okuyup altını mı çizmiştim? Şöyle bir cümleydi: Bir tohumun filizlenme süresini düşün...bazı şeyler hızlı bazıları yavaş olur, ama sabredersen o su mutlaka yolunu bulur." Cümle tam böyle olmayabilir, ben aklımda kaldığı kadarıyla şeyaptım. :) Özünde söylenmek isteneni anladınız siz! Benim hayatın (en azından kendi hayatımın) matematiğinden anladığım şu: Karar verirken hızlı ol! Yoksa, sen yapsam mı yapmasam mı diye düşünürken bir bakmışsın başkası o yolu çoktan yürümüş, geri dönüyor... Ama istediklerinin gerçekleşmesini beklerken sabırlı ol! Bazı şeyleri beklemeyi bilmek gerekiyor... Türk kahvesi gibi düşün :) Kısık ateşte, yavaş yavaş... 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Peki'yi kim icat etti?

ERTUĞRUL ÖZKÖK: CENAZEM KİLİSEDEN KALDIRILSIN İSTİYORUM!

Rötarlı: Grinin Elli Tonu