GÜZELSEN GÜZELSİN YOK MU BENZERİN?

Emre Aydın, bir röportajında "Çok yakınını kaybetmenin acısını yaşamamış herkes, aşk acısını bir şey zanneder, oysa insanoğlunun yaşayabileceği en tırı vırı acıların başında gelir aşk acısı" demişti.
Bu şekilde acıları yarıştırmaya gerek var mıydı diye geçirmiştim içimden.
Beren Saat'e "Hiç aşk acısı çektiniz mi?" diye sorduklarında "İlkokuldan beri belli periyotlarla çekiyorum" demişti. :)
İlkokul sıralarında neden bilinmez hep sınıfın en çalışkan çocuklarına yeşillendiğim zamanları saymazsak ilk aşkım lisede başladı ve dört yıl sürdü. Haliyle ilk aşk acısını da onunla yaşadım. O dört yılın içinde, ilişkiyi belki de sevmeyi bir çeşit oyun zannettiğimden her canım sıkıldığında "Küstüm oynamıyorum" moduna geçiyor, Deniz'i terk ediyordum. Barışmak için attığı taklalar, girdiği boyalar mı hoşuma gidiyordu bilmiyorum. En küçük şeyde, kaşının üzerinde gözün var deyip arkamı dönüyordum. Ama eni sonu ne oluyorsa oluyor, bir şekilde birbirimizi el ele yürürken buluyorduk, Konur sokaktan Tunalı'ya doğru... Ben o zaman yeni yeni kaçak göçek sigaraya başlamıştım, o nefret ediyordu sigaradan. Ama bana içiyorum diye garip tripler de atmazdı. Klasik Ankaralı prensipleri vardı. Onunlayken bir kere bile hesap ödeyebildiğimi hatırlamıyorum. Ben de kendimce bunun altında kalmamak için onunlayken harcayamadığım harçlıklarımı biriktirir ona zırt bırt hediyeler alırdım... O hediye almayı beceremezdi, aldıkları da bir şeye benzemezdi. Hakikatleri söylemek suç olmamalı bence :)
Bana hep "Sen büyük bir kız olacaksın" derdi. "O ne demek be?" derdim. Gülerdi... "Büyüyünce göreceksin, zamanı gelince senin içinden büyük bir şey çıkacak" derdi. Hali hazırda fiziksel olarak içimden bir şey çıkmadı. :) Ruhani olarak çıktıysa da ben henüz kendisinin farkında değilim. Bekliyoruz... bakalım...
İşte o sallana yuvarlana geçen dört yılın sonunda benim son ayrılık tradımda şöyle dedi bana: Bu son olsun. Şimdi bu masadan kalkarsan, bir daha dönüşü olmayacak.
"Tehdit mi ediyorsun beni?" dedim.
 "Hayır, olacakları söylüyorum" dedi.
Kuyruğu dik tutacağım ya, tabii ki kalktım o masadan. Hem de rüzgar gibi...

Her defasında daha o günün akşamında bir şekilde bana ulaşan veletten hiç ses soluk çıkmadı. :) Ertesi gün yine büyük bir sessizlik... Ertesi gün yine...
Deniz sustu.
Ben de sustum. Şımarıklığım yüzünden aklınca burnumu yere sürtmeye çalışıyor, eni sonu pıtış pıtış gelecek diye düşünüyordum.
Gelmedi.
Aradan geçen bir ayın sonuna doğru, artık gelmeyeceğine iyiden iyiye ikna olmaya başlayınca  hayatımda ilk kez aşk acısıyla müşerref oldum. Ama nasıl bir kalp ağrısı... Kalbimin üstüne bir öküz oturmuş, kalkmıyordu...
Ağladım, sızladım, günlüğümün sayfaları sonsuza giden ama ona asla gönderilmeyen mektuplarla doldu.
Bir gün çok sevdiğim bir abla onunla dertleşirken bana şöyle demişti. "Oya, Deniz sana gelecek... insan bir şeyi çok kalpten çağırırsa, çağırdığı şey mutlaka gelir ama umarım o geldiğinde sen hala onu istiyor olursun."
Aradan yaklaşık altı yedi ay geçti. Bir gün, bir kafede otururken gökten zembille iner gibi tepemde belirdi. Hatta bence gerçekten tam olarak öyle indi. Çünkü hiç gelişini hatırlamıyorum...Sadece kafamı kaldırdığımda başımda dikildiğini ve göz göze geldiğimiz o anı hatırlıyorum. Onu son gördüğümden daha yakışıklı görünüyordu, daha öz güvenliydi. Masaya otururken ki hali "Ben bu maçı alacağıma eminim" der gibiydi.
Tabii ki o maçı ona vermedim. 
Benim kalbim bir süredir başkası için çarpmaya başlamıştı... İyileşmiştim. Ve o iyileşmeden öğrendiğim şey,' insan bir kez iyileşiyorsa hep iyileşebilir' olmuştu.
Bu saçma ev hapsinde deli gibi ev temizlerken dün bunlar geldi aklıma. Dedim ki Emre Aydın ne kadar doğru söylüyor-muş! Aşk acısı ne kadar tırı vırı bir acı hayatın bütününe bakınca...

Eşkıya tersini söylüyordu gerçi di mi? "Hayatın ne önemi var Gece, sevdanın karşısında?"

Neyse, durduk yere kafamı tekrar bulandırmaya gerek yok.
Netim. Corona gitsin, yeni bir aşk acısına çok hazırım! :) Seve seve çekeceğim. Başka hiçbir dert şu an gözüme o kadar da dert değil gibi görünüyor... Ve bence herkes şu an aşağı yukarı benim gibi hissediyor. Umarım bir an önce hayat normal akışına döner... Tabii onun için biraz daha popomuzun üzerine oturmamız gerekiyor.
Ama şuna eminim, aşk acısı bile sahile bakan bir masada, rakı içebiliyorken, yüksek ses Zeki Müren dinleyebiliyorken daha çekilir bir şey. Allah hepimize, onun da sokakta yaşanabilenini versin :)
"Güzelsen güzelsin, yok mu benzerin? Goncadır ilk hali bütün güllerin..."

#karantinagünlükleri 1








Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Peki'yi kim icat etti?

ERTUĞRUL ÖZKÖK: CENAZEM KİLİSEDEN KALDIRILSIN İSTİYORUM!

Rötarlı: Grinin Elli Tonu