Kayıtlar

Kocanız pek romantik biri değil galiba?

Resim
Hani beş yüz sayfalık bir roman okursun da bana mısın demez, ama bir yerinde karakterin biri bir laf eder, götünün üstüne oturursun ya. Hah! İşte öyle oldu bana. 'Mustang' dan bahsediyorum. Hani şu bizim hikayemizi anlatan ama Oscar'da, Fransa'nın en iyi yabancı film adayı olan. Yalnız yazımın girişi kastını aşmış olabilir. Film bana hiçbir şey demedi de tek bir sahneyle alt üst oldum demiyorum. Film çok şey söyledi bana ama bir sahnesi var ki beni ters yüz etti. İçimi düğümledi. Beş kız kardeşin büyüme çağında yaşadıkları anlatılıyor filmde. Ama asıl olarak bu ülkede yaşayan bütün kız çocuklarının üç aşağı beş yukarı neler yaşadıkları, büyürken nelerle karşılaştıkları... Nasıl zapturapt altına alındıkları... 'Babalarının başları öne eğilmesin!(?)' diye. Ayrıntıya girmeyeceğim. Merak eden bir zahmet buyursun izlesin. Ama benim vurulduğum o sahne üzerine iki çift laf etmek istiyorum. Daha 15 yaşında var ya da yok, bir kız çocuğu, tamamen kendi kontolü dışında e...

"Dünya yansın yorganım yok içinde"

Resim
"Öğrendiğin her şeyi unut" diyorsun. "Her hikayenin kendi gerçekliği var. Bu eşik o eşik değil. Burdan ilk defa geçiyorsun. Bu salıncakta ilk kez sallanıyorsun. Düşersen gene ilk defa düşmüşsün gibi kanayacak dizlerin. Merhem olmayacak önceden bildiklerin. Uçarsan... İstanbul'u uçaktan ilk kez görüyor gibi süzüleceksin. İçini tuhaf bir heyecan bürüyecek. Gözbebeklerin büyüyecek... Bir tek o pilotun sesi o ilk duyduğun an kadar etkileyici gelmeyecek kulağına. Çünkü bu kez ben olacağım yanında! Hafifçe sola döndürüp başını, öylece bakacaksın. Ben çeneni tutup  yavaşça yukarı doğru kaldıracağım. Senin içinden ılık ılık bir su akacak... Çoşkun seller gibi akacak... Akıp yatağını bulacak. Ağlayarak boynuma sarılacaksın. Kalplerimiz birbirine vuracak... " "Sonra?" diyorum ben heyecanlı heyecanlı. Gülüyorsun... "Meraklı kedi seni! Sonrası yok" diyorsun. "Sonrası yok bebeğim. Sonra varsın, dünya yansın."

NEYİ SEVDİĞİNİ BUL VE ONUN SENİ ÖLDÜRMESİNE İZİN VER

Resim
Demiş Bukowski. Adamım! Ne dese güzel diyor. Birkaç gündür aklımda bu cümle geziniyor. "Neyi sevdiğini bul ve onun seni öldürmesine izin ver!" Tam tersi de bir o kadar doğru bunun. Neyi sevdiğini bul ve onun seni yaşatmasına izin ver! Bence dünyayı aşık insanlar kurtaracak. İşini aşkla yapan insanlar, aşkla sevişen insanlar... Bir sporu aşkla yapan, bir şarkıyı aşkla söyleyen insanlar... Sonra kurumuş bir çiçeğe aşkla can veren insanlar!... ( Var öyle insanlar... emin olun!) Derken, biri arkamdan sinsi sinsi yaklaşır. Yazının buraya kadar olan kısmını okur ve şöyle der. Bence dünyayı Yıldız Tilbe kurtaracak! :) Sence?

Ya! Sen Nasıl?

Resim
Benim delirme anlarımda nasıl o kadar sakin kalmayı başarıyor? Kendi en öfkeli anlarında bile sesini yükseltmemeyi nasıl başarıyor? 'Neden burda boy aynası yok ki!' diye çemkirdiğimde gökten zembille iner gibi boyumun iki katı bir aynayı üç dakikada nasıl var ediyor? Anlamaktan en uzak olduğum anlarda bıkmadan yorulmadan nasıl o kadar tane tane güzel güzel anlatabiliyor? Ensemi nasıl o kadar güzel öpüyor? :) Gözleri, kirpikleri, dudakları... nasıl o kadar güzel olabiliyor? Nasıl o kadar güzel bakabiliyor? Nasıl hem bin yıldır tanıdığım, her şeyini ezbere bildiğim; hem hayatımda ilk kez bu sabah vapur iskelesinde gördüğüm, kalbimi deli gibi attıran, tavlamak için ölüp bittiğim o adam olabiliyor...(...) diye geçiyor aklımdan. Yürüyorum bir taraftan... İstanbul eksi üç derece. Her yerde kar... Bir sokağın başındayım. Arnavut kaldırımlı taş bir sokaktan  kendimi sürüyorum yokuş yukarı. Derken tabela çarpıyor gözüme. Sokağın adında 'senin' adın geçiyor. Demek ki doğ...

METİN AKPINAR: AŞK GERÇEK DEĞİLDİR GERÇEKLE KARŞILAŞINCA AŞK BİTER!

Resim
Arıyorum... Açılmıyor. Arıyorum… Açılmıyor. Umudu kestim. Boynumu büktüm. Teşhisi koydum: Bu numara kesin yanlış.  Aradan günler geçiyor… Unutuyor muyum? Asla! Ama araya günlük meşgaleler giriyor. Yetiştirilmesi gereken işler, yatırılması gereken faturalar giriyor. Araya esmer bir oğlan, araya hayat giriyor… Derken, bir gün telefonum çalıyor. Ve ekranda şöyle yazıyor. “Metin Akpınar arıyor…” Size yemin ederim, nutkum tutuluyor. Heyecandan öleceğim. Ellerim titriyor… hızla sesimi düzeltiyorum ve titreyen ellerimle açıyorum. “Merhaba, ben Metin Akpınar, beni aramışsınız. Lütfen kusura bakmayın, İstanbul dışındayım ve bir süredir misafirlerim vardı, onlarla ilgileniyordum” diyor. Önce bir mest oluyorum, sonra yüz bin kere daha hayran!... Böyle bir zerafet işte. Böyle bir centilmenlik, böyle bir kıymet vermek… “Kusur ne demek” diyorum. “İşin aslı şu an heyecandan ölüyorum ve söze nasıl başlayacağımı da bilemiyorum.” Allahtan o konuşurken dilim biraz açılıyor da iki...

SENİ ALACAKLAR MI YAVRUM?

Resim
İzzet Çapa'nın bugünki Hürriyet Kelebek'teki, Özge Ulusoy röportajından... (aklımda kaldığı haliyle yazıyorum) Soru şu: Evlilik hakkında konuşuyor musunuz? Cevap: Hayır, hiç. Ne ben "biz ne oluyoruz, evlenecek miyiz diye soracak bir kadınım, ne de Hacı bu soruya mağruz kalacak bir adam." Soru şu: Ne olacak bu külkedisi hikayesi durumunuz, mahalle baskısı hissediyor musun? Cevap: Artık görüyorlardır diye düşünüyorum. Sürekli üretiyorum, kendi paramı kazanıyorum, on kazanıyorsam üçünü emlağa yatırıyorum. Ama insanlar bu sorunun cevabını benden çok düşünüyor sanırım. Geçenlerde havaalanında bir teyze yaklaştı yanıma mesela "Seni alacaklar mı yavrum?" diye sordu.  Sorunun vehametine gel.  İşin tuhaf yanı bu baskı insanın sağlıklı karar almasının bile önüne geçebilir.  Ne bileyim, insan kendisi bile hiç farkında olmadan hırs yapabilir.  Mesela hanım teyzemizin sorusuna aynı minvalde cevap verilecekse "Bilmem, ben 'varacak mıyım acaba' yı d...

YENİ OYUNCAĞIMI BULDUM

Resim
İnsanlık için küçük kendim için büyük bir adım atıp yoga'ya başladım. Ben ki elimi attığım her işi biraz da kendimi gaza getirmek için "ver coşkuyu" minvalinde yaşarım, yoga'da bir duraksadım. İki hafta geçmesine rağmen size de henüz yeni yumurtladım. Oysa daha başlamadan bin kere "geldim, geliyorum, geleceğim" şeklinde davul çalıyor olmalıydım. İlk derste hocamız şöyle bir şey söyledi. "Buraya gelirken bütün niyetler geçerlidir! isterseniz gerçekten yoga felsefesini anlamak için gelin, isterseniz bedeninizi daha çok sevmek, forma girmek için gelin, isterseniz yeni insanlar tanıyıp sosyalleşmek için gelin, hepsi kabul!" Önce buna bir şaşırdım. Bir an  Mevlana'nın o meşhur sözünü çağrıştırdır bana. "Ne olursanız olun, gene gelin" Ama ben o felsefeyi çok sevmiyorum. Hatta hiç sevmiyorum... Bir yere varmak isteyen önce oranın sorumluluğunu alacak kafada olmalı. Ben mesela bektaşi felsefesiyle büyümüş bir insan evladıyım. :) Bilenler bi...