Kayıtlar

2016 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Rötarlı: Grinin Elli Tonu

Resim
-Akşam 'Grinin Elli Tonu'nu izlemeye gideceğim. +Sakın gitme. Berbat bir film. -Ama ben kitabını da okumadım. +Okuma zaten, kitabı da berbat. -Nasıl yani Zeynep Hanım! Bu kültürden tamamen mahrum mu kalayım? Bu diyalog film ilk çıktığı zaman bir kafede otururken yan masamda gelişmiş, ben de istem dışı olarak kulak misafiri olmuştum. Yakın zamana kadar ne filmi merak edip izledim, ne de kitabını okudum. Taa ki 'Karanlığın Elli Tonu'geliyor haberleri çıkana kadar. Birden o diyalog geldi aklıma. Güldüm, sonra elim bilgisayara gitti. Kadın haklıydı. Ne yani, bu kültürden tamamen mahrum mu kalacaktım. :) Ayıptır söylemesi, yine eşşekler gibi çalıştığım bir gecenin sonunda bilgisayarı kucağıma aldım, filmi açıp yatağıma uzandım. Algıda seçicilik işte. Daha ilk sahnede esas kızın esas oğlana röportaj için gitmesi bir hoşuma gitti. :) Sonra olaylar gelişti... İzlemeyenler için çok tüyo vermeyim diyeceğim ama zannetmiyorum. Bence en son bir ben kalmıştım, ben de vazifemi

HEPİMİZ BİRDEN ÇILDIRABİLİRİZ GÖĞE BAKALIM

Resim
Herkes mi çıldırdı? Aklım almıyor. İki gündür patlayan Brad Pitt ile Angelina Jolie'nin boşanma haberleri üzerine sevinç nidası göstermeyen bir ben kaldım herhalde. İnstagram hesabımın ana sayfası "oh oldu" paylaşımlarından geçilmiyor. Aslında ilk soru onların derdi bizi niye geriyor olabilir ama bu artık abeste iştigalden başka bir şey değil. İlgilendiriyor işte yahu. Seni ilgilendirmiyorsa yanındakini, onu ilgilendirmiyorsa ötekini ilgilendiriyor. (İlgilendirmiyor diyen de yüzde doksan ihtimalle yalan söylüyor zaten.) Hepimizi ilgilendiriyor. En entellektüel duranımızı, en bir yerinden tüy aldırmayanımızı bile ilgilendiriyor. Açıktan değilse gizliden okuyor. Ama bu işin içine girdiğimden beri şuna eminim ki herkes şu ya da bu ölçüde magazin okuyor. Bunda anlaştıysak tepkilerin içeriğine giresim var hemen. Bir boşanma haberine niye herkes bu kadar sevinç gösterir. Kimse bu söylediğime cinsiyetçi bir yaklaşım, aman da ro ro ro diye atlamasın hemen. Başka bir şeyin altın

'ÖNÜMÜZ TEMMUZ... ÖNÜMÜZ AĞUSTOS... NASIL OLSA'

Resim
Güzel yazılar okumak istiyorum... Denizden, kumdan, güneşli günlerden söz eden. Bir sahil kasabasını anlatan, en ince ayrıntısına kadar. Güneş en güzel nereden, kaçta doğup batıyor, sabah en taze, en güzel poğaçası hangi pastanede yenebiliyor, köşedeki bakkal Mahmut Efendi dükkanı kaçta açıp, kapıyor... Saat 22.00'den sonra gidene muzip muzip gülümseyerek iki tane bira veriyor mu? Sahilde insanlar yayılıp çekirdek çitlerken arkada iki köpeğin tatlı tatlı oynaştığı manzaralar gezinsin istiyorum sadece gözlerimin önünde. Bir yerlerden güzel müzik sesleri gelsin. Vivaldi çalsın evin birinde. Dört mevsimin resmini çizsin gözlerimizin önüne. Ya da Chopin. Saat sabah 07.00 suları olsun. Işık süzülürken bir yandan içeri, tatlı bir rüzgar odanın perdelerini havalandırsın... Öylece dalıp gideyim. Aklımdan hala okuyamadığım onlarca kitabın listesini yapayım. Gitmediğim, görmediğim ülkelerin hayalini kurayım. Aşık uyanayım her sabah. Bir insan yüzüne bakarak, her defasında o kaşın, o gözün

Kocanız pek romantik biri değil galiba?

Resim
Hani beş yüz sayfalık bir roman okursun da bana mısın demez, ama bir yerinde karakterin biri bir laf eder, götünün üstüne oturursun ya. Hah! İşte öyle oldu bana. 'Mustang' dan bahsediyorum. Hani şu bizim hikayemizi anlatan ama Oscar'da, Fransa'nın en iyi yabancı film adayı olan. Yalnız yazımın girişi kastını aşmış olabilir. Film bana hiçbir şey demedi de tek bir sahneyle alt üst oldum demiyorum. Film çok şey söyledi bana ama bir sahnesi var ki beni ters yüz etti. İçimi düğümledi. Beş kız kardeşin büyüme çağında yaşadıkları anlatılıyor filmde. Ama asıl olarak bu ülkede yaşayan bütün kız çocuklarının üç aşağı beş yukarı neler yaşadıkları, büyürken nelerle karşılaştıkları... Nasıl zapturapt altına alındıkları... 'Babalarının başları öne eğilmesin!(?)' diye. Ayrıntıya girmeyeceğim. Merak eden bir zahmet buyursun izlesin. Ama benim vurulduğum o sahne üzerine iki çift laf etmek istiyorum. Daha 15 yaşında var ya da yok, bir kız çocuğu, tamamen kendi kontolü dışında e

"Dünya yansın yorganım yok içinde"

Resim
"Öğrendiğin her şeyi unut" diyorsun. "Her hikayenin kendi gerçekliği var. Bu eşik o eşik değil. Burdan ilk defa geçiyorsun. Bu salıncakta ilk kez sallanıyorsun. Düşersen gene ilk defa düşmüşsün gibi kanayacak dizlerin. Merhem olmayacak önceden bildiklerin. Uçarsan... İstanbul'u uçaktan ilk kez görüyor gibi süzüleceksin. İçini tuhaf bir heyecan bürüyecek. Gözbebeklerin büyüyecek... Bir tek o pilotun sesi o ilk duyduğun an kadar etkileyici gelmeyecek kulağına. Çünkü bu kez ben olacağım yanında! Hafifçe sola döndürüp başını, öylece bakacaksın. Ben çeneni tutup  yavaşça yukarı doğru kaldıracağım. Senin içinden ılık ılık bir su akacak... Çoşkun seller gibi akacak... Akıp yatağını bulacak. Ağlayarak boynuma sarılacaksın. Kalplerimiz birbirine vuracak... " "Sonra?" diyorum ben heyecanlı heyecanlı. Gülüyorsun... "Meraklı kedi seni! Sonrası yok" diyorsun. "Sonrası yok bebeğim. Sonra varsın, dünya yansın."

NEYİ SEVDİĞİNİ BUL VE ONUN SENİ ÖLDÜRMESİNE İZİN VER

Resim
Demiş Bukowski. Adamım! Ne dese güzel diyor. Birkaç gündür aklımda bu cümle geziniyor. "Neyi sevdiğini bul ve onun seni öldürmesine izin ver!" Tam tersi de bir o kadar doğru bunun. Neyi sevdiğini bul ve onun seni yaşatmasına izin ver! Bence dünyayı aşık insanlar kurtaracak. İşini aşkla yapan insanlar, aşkla sevişen insanlar... Bir sporu aşkla yapan, bir şarkıyı aşkla söyleyen insanlar... Sonra kurumuş bir çiçeğe aşkla can veren insanlar!... ( Var öyle insanlar... emin olun!) Derken, biri arkamdan sinsi sinsi yaklaşır. Yazının buraya kadar olan kısmını okur ve şöyle der. Bence dünyayı Yıldız Tilbe kurtaracak! :) Sence?

Ya! Sen Nasıl?

Resim
Benim delirme anlarımda nasıl o kadar sakin kalmayı başarıyor? Kendi en öfkeli anlarında bile sesini yükseltmemeyi nasıl başarıyor? 'Neden burda boy aynası yok ki!' diye çemkirdiğimde gökten zembille iner gibi boyumun iki katı bir aynayı üç dakikada nasıl var ediyor? Anlamaktan en uzak olduğum anlarda bıkmadan yorulmadan nasıl o kadar tane tane güzel güzel anlatabiliyor? Ensemi nasıl o kadar güzel öpüyor? :) Gözleri, kirpikleri, dudakları... nasıl o kadar güzel olabiliyor? Nasıl o kadar güzel bakabiliyor? Nasıl hem bin yıldır tanıdığım, her şeyini ezbere bildiğim; hem hayatımda ilk kez bu sabah vapur iskelesinde gördüğüm, kalbimi deli gibi attıran, tavlamak için ölüp bittiğim o adam olabiliyor...(...) diye geçiyor aklımdan. Yürüyorum bir taraftan... İstanbul eksi üç derece. Her yerde kar... Bir sokağın başındayım. Arnavut kaldırımlı taş bir sokaktan  kendimi sürüyorum yokuş yukarı. Derken tabela çarpıyor gözüme. Sokağın adında 'senin' adın geçiyor. Demek ki doğ