Kayıtlar

BUKET UZUNER : BEN NEDEN 'BEN'İM' DE BEN 'SEN' DEĞİLİM

Resim
  Lisedeyim. Bilenler bilir. Ankara’ da, meşhur Hergele meydanından, Gençlik Parkı’na doğru süzülmekteyim. Omzuma bir el değiyor belli belirsiz… arkamı dönüyorum Ayhan! Ama yani şimdi, Ayhan’ı size nasıl anlatsım… Ayhan’ın bir ela gözleri…bir ela gözleri… bir ela gözleri var… Ne siz sorun, ne ben söyleyeyim... “Gözlerini bir kapatsana aşkım” diyor… Kapatıyorum…Ellerimi tutuyor… Sanırsınız avuçlarım ateş alıyor... Öyle bir hal! Ayhan bu işte! Yangına körükle gidiyor… işkenceyi uzatıyor… İtiraf edeyim, sonunda o büyük an geldi, dudaklarımı öpecek zannediyorum! Heyhat! Gelmemiş! O gün  daha ‘o gün’ değil(miş)… Avuçlarıma dört köşeli “bir şey” bırakıyor… Eşşek değilim ya! Anlıyorum… Bir kitap. “Aç şimdi” diyor. Açıyorum… Kapağında şöyle yazıyor: İki Yeşil Susamuru Anneleri Babaları Sevgilileri ve Diğerleri… Öyleyse kayıtlara geçsin. Bukez Uzuner benim “ilk aşk”ım. En güzel ilk gençlik anılarımda, hep başucumda duranım! Şimdi, büyüdüm de, O’nunla röport...

ŞU KARAAĞAÇ'I GEÇENE KADAR UMUDUM VAR!

Resim
Riyavet odur ki Amasya'nın bir köyünde bir çoban yaşarmış. Köyün ağasının kızına deli gibi aşıkmış. Kız da ona aşık mıymış... onu tam hatırlamıyorum. Ya hikayeyi anlatan o kısmını atladı ya da ben unutttum. Malum sıradan bir cümlede bile genellikle vurgu sondadır. Benim de aklımda hikayenin sonu kalmış. Hikayenin sonunda kız başka köye gelin gidiyor. Düğün gününde bizim çoban kavalına sarılıp dertli dertli çalmaya başlıyor... O sırada yoldan geçen ve çobanın kıza olan aşkını da bilen "görev bilinci yerinde" bir köylü diyor ki "Be Allahın ahmak evladı, kız gelin oldu, gidiyor... görmez misin? Hala gidenin peşinden niye dertli dertli feryat edersin!?" Çoban kavalı bırakıyor. Bir deve kervanıyla karşıki tepeden başka köye gelin giden kıza doğru bakıyor... Elini kaldırıp tepenin ucunda, köyün tam çıkışında duran Karaağaç'ı işaret ederek diyor ki "Şu Karaağaç'ı geçene kadar umudum var!..." Bu fotoğraf bana lisede en yakın arkadaşım Özden'in...

BEN ÖZGÜRÜM...

Resim
Bir ara çok aşık olduğum bir adama 'yaklaşma kaçınma' çatışması yaşıyordum. Bir yanım deli gibi ona koşmak, teslim olmak "al beni, ne yaparsan yap" demek istiyordu... Bir yanım 'başın büyük belada kızım, arkana bakmadan topukla!' diyordu. Gitmedim. Ya da gidemedim... Günler, haftalar, aylar geçti... Bir gün dedi ki 'Biliyor musun? Bu zevki erteleme oyununu biraz çişini bilerek tutmaya benzetiyorum...' Dedim ki 'Korkuyorum!' Dedi ki 'neden?' Dedim ki 'Sanki seninle yaşanacak bir ilişkide ağzıma sıçılacakmış gibi hissediyorum.'  'Ah bebeğim...' dedi. 'Ağzına sıçılmak edilgen bir eylemdir! En fazla sende böyle bir şeye izin verme potansiyeli vardır. Sen izin vermezsen, ben dahil, kimse senin ağzına sıçamaz!':) Bugün bir Nil Karaibrahimgil röportajı okudum. Nil yine yalın, duru, sahiciydi... Yine lafları süslemiyor, eğip bükmüyor, ama her ne yapıyorsa yapıyor, aklını havalandırıyordu.  Bugün onu neden bu kadar ç...

SENİ 'DENEK' SEÇTİM PİKAÇU!

Resim
Büyüdükçe, acı çekeceğini, baş edemeyeceğini hissettiğin an topuklamayı öğreniyorsun. Hani biraz 'erkekliğin onda dokuzu kaçmaktır' daki gibi bir şey. Baktın yenileceksin, en iyisi savaşma! İyi hoş da bu biraz hayatın "yaşama" butonunu pas geçmek gibi de bir şey. Hatta gibi değil öyle. Öyleyse sıra kaçmadan, hem yaşayıp hem zarar görmemeyi öğrenmekte! Tamam kabul ediyorum. Bu ilkinden biraz daha zor. Ama öğrenebilirsen tadından yenmeyecek bir durum.  Kaçma! Yaşa... Dibine kadar yaşa...  ama finale geldiğinde de ağlama.  Sonra bana haber ver. Sen yaptıysan, ben de yapabilirim demek çünkü bu.  Evet, eminim.  Birimiz yapabiliyorsak, hepimiz yapabiliriz! Aramızdan biri ilk cinayetini işlediğinde, aslında hepimizin katil olabileceğini de ıspatlamıştı çünkü.  Ama tabi kötü emsal emsal olmaz derler.  Öyleyse Neil Armstrong'u hatırla.  Adam Ay'a gitti yahu!  Benim başım kel değil.

HAYDAR DÜMEN'İN BİR ÇİFTLİĞİ VAR ÇİFTLİĞİNDE HOROZLARI VAR!

Resim
Yine bir callinmag röportajıyla karşınızdayım. Ama siz şimdi başlığa bakıp, şakaaa! diyeceğimi sanıyorsunuz değil mi? Demeyeceğim. Fotoğraflar ne demek istediğimi çok net anlatacak. Ben şimdi size asıl başka bir şey söyleyeceğim. İnsan çok çalışarak çok iyi bir doktor alabilir. İnsan daha çok çalışarak daha iyi bir doktor da olabilir. Bana sorarsanız şu hayatta çok çalışarak üstesinden gelinemeyecek, olunmayacak, oldurulamayacak çok az şey var amaaa, bir de doğanızda var olan ve ne yapsanız da sonradan olamayacak şeyler var. Özgün olmak bunlardan bir tanesi ve belki de en önemlisi! Kimselere benzememek. Biricik ve tek olmak. HAni o kadar ki taklit etmeye kalksanız edemeyeceğiniz bir durum onunki. Evet; o bir fenomen, o bir psikiyatrit, o bir cinsel yaşam ve seksoloji uzmanı. Anladınız. Haydar Dümen'den bahsediyorum. Ne var ki bunların hepsini bir araya getirmek Haydar Dümen'i anlatmaya yetmiyor. Müthiş bir vizyon, aura, espiri kabiliyeti ve neredeyse 'şeytani' diye...

UMUDUN BİTTİĞİ YERİ BULDUM!

Resim
Katıldığım bir düğünde yan masamda oturan iki kişinin diyaloğuna kulak misafiri olmuştum. Biri diğerine soruyor: Damadın yaşı kaç? Diğeri cevap veriyor: Bilmiyoruz... kırktan sonrasını saymadık! :) Çok "komiğime gitmiş" olacak ki unutmamışım. Bir kaç gün önce Onur Baştürk'ün köşesinde okudum. Bülent Arınç'ın "kadın olarak sen bir sus" çıkışına kadınlardan neden layıkı veçhile tepki gelmedi?" diye soruyordu. Önce bir utandım. Zaman zaman içinin nasıl darlandığını, muayyen gününün sıkıntılarını bile yazıyorsun da, neden bu konuda iki laf etmedin diye söylendim kendime. Sosyal medyada bile tek satır yazmaya gerek duymamışım. O kadar ki, o  yazıyı okuduktan sonra utandığımdan kalkıp iki twet attım. #BirKadınOlarakSusmayacağız filan dedim ama;  hani nasıl desem...heyecansız, öfkesiz, sırf görev bilinciyle yazılmış kuru kuru bir itirazdı. Düğün demişken işte, hani zaten istemeye istemeye gittiğin bir akraba düğününde birinin zorla sürüklemesiyle kendini or...

AYŞE ARMAN: YÜZ YIL YAŞAYACAĞIMI BİLSEM GENE ÖMER'LE YÜRÜMEK İSTERİM BU YOLU...

Resim
Evindeyiz bir gün. Balkonunda kahve içiyoruz. Babamı anlatıyorum ona… Evlatlık olduğunu ve bunu düğün gününde, damat traşı olurken öğrendiğini… Sonra geçiyorum başka konuya, sonra bir başkasına… Bir saat, belki daha fazla bir zaman geçiyor. Birden şöyle diyor. “Benim aklım hala babanda Oya! O an ne hissetti… Yüzünde nasıl bir ifade belirdi… O gece annenle seviştikten sonra uykuya kolay kolay dalabildi mi…Yoksa o yastık yüzüne battı mı?” İşte bunlar hep merak! Ayşe Arman için çok şey söylemek mümkün. Evet çok çalışkan; çok özgün. Türkiye’nin belki de en nev-i şahsına münhasır gazetecisi o! Yapılmayanı yapıyor, sorulmayanı soruyor. Ve bunu bin yıldır çıtayı hep daha yükselterek devam ettiriyor. Nasıl mı? “Bir sır varsa da, en azından ben bilmiyorum” diyor. O sırra ermek mümkün değilse de, en yakın bilgiyi veriyorum şu an size. Ayşe Arman merak ediyor… Benim babamı, senin kaşındaki yara izinin kimden kaldığını, ötekinin neden o esnada, kolunda saat olmadığını… Bu yüzdendir belki de...