Kayıtlar

2012 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Gelecek...!

Resim
"Farkında mısın? her an geçmiş kazanıyor, gelecek kaybediyor" demişti. Çok sevdiğim bi arkadaşım. "Yanılıyorsun" demiştim! "O senin algının sana oynadığı küçük bir oyun sadece." Evet; çocukluğum çok güzeldi. Uçan bi balon gibiydi. Hayallerim hep gökyüzünde yüzerdi... Lise yıllarım ona keza, ayaklarım hep yerden beş karış yukarda, yürümüyordum, kayıyordum toprağın üzerinde  adeta. Evet; üniversite yıllarım olağanüstüydü...daha önce hiç koşmadığım sahalarda o yıllarda koştum...en geçil-mez- sandığım yolları o  yıllarda geçtim. Ne varki; Yaşadığım hiç bi ana, hiç bi zafer sarhoşluğuna, hiç bi heyecana...hiç bi aşka, yani senin anlayacağın, yürüdüğüm hiç bi yola geri dönmek, o yolu yeniden yürümek istemedim. Şu yaşadığım hayatta her ne  beklediysem, hep "yarınlar"dan bekledim! Bunun adı başarmak istenen  bir iş olsun, bunun adı çıkılmak istenen bi yol , mutlaka görmeliyim dediğin bir gün batımı, her koşulda  çıkmalıyım dediğin bir dağ baş

Oje(ler)im benim! "siz" den ne aldım? size "ne" verdim!?!?

Resim
"Yeni yıl geliyor,  şu gereksiz yeni yıl alışverişi saçmalığını yazsana" dedi bi arkadaşım dün. Hadi ordan dedim! O senin gerek-siz-liğin! Baltayı nasıl bir taşa vurduğunun farkına varması on beş saniyesini almadı belki ama, söz ağızdan çıktı bi kere. Geçmiş olsun artık ona! Tam yarım saat "alış- veriş benim için ne kadar kutsal bir eylem biliyor musun sen?" le başlayıp " Marx beni çarpmadan iyisi mi ben artık  susayım! la biten hayatımın en traji komik konuşmalarından birine daha imzamı attım. O da dinlemek zorunda kaldı. Arkadaşlık bazen "çene terörüne" mağruz kalmanın diğer adı mı? Belki de!  :)  Bilemiyorum....zaten bunu geçip derhal sadede gelmek istiyorum. Ben bugün; yemedim içmedim üşenmedim, evin bilumum yerlerine serpiştirilmiş ojelerimi saydım. Tam 47 tane! (ler...) Oje(ler)im benim... "ler" ekiyle çoğaltıp çok sandığım!? İyelik ekinden medet umup, ben(im) olduklarına kandığım! ki bakmayın siz, benim bu verdiğim rakam bi

Körebe!

Resim
Gel seninle "körebe" oynayalım. Senin adın "Mehmet" olsun, benim ki Zeynep! Eski isimlerden en çok bu ikisini severim de ondan! (başka bi mana aramayasın içinde) Haydi sor! :  "Zeynep bu güzellik, var mı soyunda!?" de. İyi bir başlangıç olsun, her ikimiz için de. Bak;  içten bir gülümsemeyi kaptın bile. Her ne kadar gözlerin kapalı, göremiyor olsan bile... Gözlerimiz bi yazmayla bağlı olsun, uçlarında  "ipince el oyası" olsun. Benimkinin rengi mor; senin ki lacivert olsun. iyice kapalı mı gözlerim diye kontrol etme bahanesiyle dokun bana... ilk hissettiğin duygu "sıcacık" olsun. Sonra; aynı bahanenin arkasına ben sığınayım. Arkadan iyice düğümlemeye çalışıyor (muş) gibi yapıp,   "böyle iyi mi?" diye sorayım. "evet" de...! el yordamıyla...kısacık,  alabuluz kestirdiğin saçlarının altındaki, yara izini bulayım. ve işte ilk "karşılaşma!" Hadi! bana,  "yaranı" anlatsana. Öyle aman a

İyi kaptan, kötü kaptanı yendi!

Resim
Hiç olmak istemediğim bi yerde, hiç oturmak istemediğim bi sandalyede oturmaktaydım. Aslında hiç benim (miş) gibi hissedemediğim, hiç sahiplen-emediğim, hep bi ayağım gitmek üzere kapıya yanaşık ruh halim ve sonundaki sahiplik bildiren o iyelik ekinden deli gibi kurtulmak istediğim,  o masa(m) ın başındaydım. Bazen yerinden kaldırıp, kötelemek istiyorum. Mecburen yürüttüğün bir gönül ilişkisi gibi düşün. Ruhun çoktan gitmiştir hani. Aklın çoktan terketmiştir  olay mahallini. Ama ayakların orda duruyordur hala,  -mecburcu-  köle gibi. Neyin, kimin, niye? -yok- tan bekçiliğini yaptığını bilemediğin, aslında bal gibi bilip de bilmezden geldiğin, yüzleşmekten korktuğun, kaçtığın aynalar gibi. Kimsenin engeli -kendinden başka- hiç kimse değil halbuki! İşte böyle bir ruh halindeydim. ... Oturdum, kağıttan gemiler yaptım.  Üç tane oldu,  dört tane oldu,  derken altı yedi...dokuz. "Yelda!"  diye seslendim. Geldi... "Aaa! gemiler mi yaptın sen"  dedi. &q

Sus da uyuyalım!

Resim
İzmirde, Hatay caddesinin hemen altında Küçük yalıya inmeden,   ikisinin tam ortasında, Murat Reis mahallesinin  Umut apartmanında oturuyorduk. Üç artı bir evimizde tam beş kız yaşıyorduk. Hepimizin bi odasının olması ortak mekanımızın mutfak olması şartını getirmişti. Aramıza en son katılan Eylemdi. O da Neşe'nin eski arkadaşı olduğu için Eylemle odasını paylaşmak Neşe'ye düşmüştü. Gece geç saatlerde kapı çalıyorsa gelen yüzde bin ihtimalle ya Hakan ya Orkun olurdu. Kanka kelimesi bugünki kadar dillere pelesenk değildi. Onlar arkadaşımızdı! Orkun hep kafası bi dünya gelirdi. Öyle alkolden falan da değil- ki genelde alkollü olurdu ama- onun kafasının asıl  güzelliği doğuştan gelirdi. Tanıdığım en eğlenceli veletlerden biriydi. Evin tuvaletinde, klozetin tepesinde uyuyup kalmışlığı vardı. O kadar diyim size:) "altıma yapacağım Orkun yeter artık çık" diye kopardığım feryada bile tepkisiz kalınca "bayıldı mı bu acaba?" diye korkuyla kapıyı açtığımda, tam o  

duygusal mastürbasyon!

Resim
Vizontelede bi sahne var hani. Siti ana televizyonu saklıyor. Kocası delirmiş gibi bağırıyor. Siti söyle çabuk vizontele nerde? "Vizontele nedir?" Radyonun resimlisidir. Dünyayı evimize getirecek. Siti ana tekrar soruyor: "Sebep?" :) Ben blog yazmaya karar verdiğimde bi arkadaşım bana aynen bu soruyu sormuştu. Sebep? Bakış açısına göre değişir tabi. Aslında çok yerinde bir soru olabilirdi. Yerinde sorulsaydı? Misal şu amaçla. "Ne yazmayı düşünüyorsun, nasıl yazacaksın, ne yapmak istiyorsun?" gibi. Netekim sesteki tonlama bunların hiçbirini çağrıştırmıyordu. Sesteki ton şuydu. "Ne gereksiz, yazacaksın da  ne olacak?" Senin gibi okuyucu olmaz olsun, cehennem ol gözümün önünden dedim gülerek.  Gerçek bir gülümseme değildi tabi. Ağzımın kenarının iki yana manasızca bur-kulması diyelim. Kalbimiz burkulunca olurya hani. Gülüyor(muş) gibi görünürüz. Bazen bir alay taşır aslında, bazen bi küçümseme hatta! Bazen öyle, gelişi güzel anlamsızca..

İlle de yazmak isteyince...banktaki bonus saçlı yabancı-yı!

Resim
Dersten çıktım. Kızılay Metro durağına kadar Ayfer'le yürüdük...o otogara abisini uğurmalaya gitti. Ben İmge Kitabevine... Canım biraz sıkkındı. İmge'ye girdim, nerdeyse hiç bi şeye bakmadan bi tane "Uykusuz" alıp çıktım. Tekrar yürümeye başladım, meşhur adıyaman çiğköftecisinin önünden geçerken kısa bi tereddüt yaşadım. Canım çekti resmen, şöyle  nar ekşili-sinden. Ama durmadım, devam ettim. Dümdüz ilerlerken Zara' nın biraz yukarsındaki bankta oturan bi çocuk gördüm. En fazla 19 -20 yaşlarındaydı. Kıvırcık kocaman boonus saçları vardı...öyle şirin göründü ki gözüme. Gittim,  oturdum yanına. Bi sigara yaktım. İçimden dedim ki " ben şimdi bu cocuğa desem ki, ben blog yazıyorum şu gövdenin üzerinde taşıdığın kafa varya...resmen beni cezbetti. Bi fotoğrafını çekebilir miyim altında içindeki -seni- kendi duygularımla resmedebilir miyim? Çok ilginç olmaz mı sence de? En azından bi  "anı"... düşünsene! 5 dakka geçti...on dakka geçti. ikinci si

Benim sayfam "erkek" mi!?

Resim
Grup yorumun 25. yıl konserinde ordaydım. İnönü stadyumunda, o elli bin kişinin arasındaydım. Bazıları güldü "şakacı seni, bi konser için o kadar yol gidilir mi?" diyip , dalgasını geçti. Bazıları bravo dedi harikasın! İki fikir de çok umrumda değildi. Canım o gün orda olmak istedi. Gittim... Gittik... Biricik kankam Ekin, eşi Hayro, Başak ve ben... 4 kafadar atladık arabaya, bir Mayıs sabahı çıktık yola. Beni o gün ille de "orda olmalıyım" duygusuyla İstanbul'a sürükleyen nedenler başka bi Çarşamba'ya kalsın :) Ben şimdi parmağımı ayrı bi noktaya  basacağım. O gün o konserde Tuncel Kurtiz de vardı ve sahneye çıkıp "Grup Yorum" un doğşuyla ilgili bi konuşma yaptı. Dedi ki o konuşmada: "Bundan 25 yıl önce bir "oğlan çocuğu" doğdu! Adını "grup yorum" koydular!" Çok güzel bi konuşmaydı... ve lakin biz konuşmanın,  o kısmına takıldık! Yorum da "oğlan" mış...dedik. Oturduğumuz yerde eleştirimizi ver

Gel...!

Resim
"Bin kere tövbe etsen de yine gel...!" :) Bikaç gün önce Ayfer'le ders çalışırken araya küt diye şu cümleyi soktum: "Aaa! sana asıl güzel haberi vermedim ben. Teoman müziğe geri dönüyormuş!" Sesimi duysanız, hayatımın müjdesini veriyorum sanırdınız... Düşünün ki haberi bile bu hale getirdi. Gerçeği ne yapar beni...!? :) Bikaç yıl önce bi röportajını okuduğumda,  ne çok hayal kırıklığına uğramıştım oysa.  Kafasındaki ideal kadını tarif ederken: " İdeal kadın asla diz izi  yapmış pjamayla dolaşmayan kadındır" cümlesiyle karşılaştığımda. İdeal kadın, seksi kadın hep bakımlı olmalıymış. Saçı başı bi yerde, ortalıkta  salaş kıyafetlerle dolaşan bi kadın onun için asla "arzu nesnesi" olamazmış! Nasıl yaaa! demiştim. Bu ne şimdi? Bu nasıl açıklama? Sen de mi Brütüs?  edesıyla...moddan moda  sokmuştu beni. Öyleyim işte ben, napiym?Öyle bi özdeşlik kuruyorum, öyle bi içsellik yaşıyorumki sevdiğim insanlarla,  kurduğu her cümleden, attı

Aşk aslında çok kirli bi şeydir!

Resim
Hayal edebileceğiniz en güzel aşk sahnelerinden birini  düşünün. Adam yatakta sırtüstü yatmış mızıka çalıyor  olsun...muhtemelen az önce sevişmişler ya  da biraz sonra sevişecekler. Kadının bakışları "odaklı"...sadece baktığı şeyi görüyor. Adamın bu sahneden biraz önce kadına tecavüz ettiği bilgisi yok kafanızda , ya da başka bi sahnede - ağzına gelen bütün küfürleri en aşağılayıcı  şeyleri sıralayıp, "sana bütün bunları yaptırsam beni gene de sever miydin?" diye sorduğunda, bunları ve bundan çok daha kötülerini  de yaptırsan gene severdim cevabına, ağzımı beş karış açtığım o anı hatırlamıyor olayım  ben. Şiir bile yazılırdı belki bu fotoğrafın altına... Heyhat! filmi izledim. Biliyorum... Misal, o çarşafların leş olduğunu...mekanın ev bile değil, bomboş kırık dökük pis bir  otel odası olduğunu, adamın kadına neler yaptığını hatırlıyorum!  Ne köşedeki çiçekçiden alınmış taze çiçekler, ne sürpriz bir hediye, ne romantik bir akşam yemeği ne de final sahnesine