Kayıtlar

Sabır neydi?

Resim
Yaklaşık iki buçuk ay önce bir sabah koşma sevdasıyla uyandım. Rüya görmüş gibi... Blogumu düzenli okuyanlar Hatun'umun da hayatıma böyle girdiğini hatırlar. Bir gün önce bir köpek sahibi olma fikri aklımın ucundan geçmiyordu. Geçiyorsa da benden habersiz geçiyordu. Bilinçli olarak bir kere üzerine düşünmedim. Ama bir şey oldu ve bir sabah, "Bir köpek besleyip büyütmek istiyorum" diyerek uyandım. O günle Hatun'un hayatıma girip merkezine oturması arasında en fazla bir hafta geçmişti. Benim artık bir bebeğim, bir yol arkadaşım vardı. Sonra mütemmim cüz'üm (ayrılmaz parçam) oldu. Şunu farkettim: hayatıma bir anda, gökten zembille iner gibi giren şeyler bana hep iyi geliyor... Bir sürü şey öğretiyor, bir sürü yeni kapı aralıyor... Yapsam mı yapmasam mı, şöyle mi olsa, böyle mi olsa diye düşünmeye bir başlarsan o şey ya hiç olmuyor, oluyorsa da arada geçen zaman resmen ziyan oluyor... O yüzden küt diye atladığım denizleri seviyorum... Bilenler bilir, küt diye, ...

La La Land: Nikahına beni çağır sevgilim

Resim
İki gün önce ev arkadaşım, "Oya bugün La La Land'ı izleyeceğim. Nasıl?" dedi. "Sen bir izle, sonra konuşalım bebeğim" dedim. İzlemiş, geldi, "Oyaa! Bayıldıııımmm" dedi. "Sen de mi Brütüs?" dedim. Gelen cevap şu, "Ama ben zaten müzikali çok severim". Farkında mısınız bilmiyorum ama filmi izleyip de çok sevenlerin yüzde 80'inin açıklaması bu : Ben zaten müzikali çok severim. İyi, hoş, güzel de canlarım benim, film izlemeyi sevmek herhangi bir filmi sevmek için nasıl tek başına geçerli bir sebep olamıyorsa müzikal sever olmak da herhangi bir müzikali sevmek için tek başına geçerli bir açıklama olamaz. Özellikle sosyal medyada sevenlerin film hakkında yazdığı iki şeyden biri de şu: Duygusu o kadar güzel ki... Allah aşkına hangi duygu o? Filmin duygusu ağır arabesk resmen. Hayallerinin ve ideallerinin peşinden gittiğinde aşkı ıskalarsın mesajının verdiği duygu mu güzel olan? Ryan Gosling'in, kendi mekanında keyifli keyifli piy...

Sevgilim onlar doğaya düşman

Resim
Konuya biraz felaket tellalı gibi gireceğim ama zaten Sağır Sultan'ın bile duyduğunu farz etmek istiyorum; Belgrad Ormanı, Maçka Parkı ve hatta çok da uzun olmayan bir vadede Üsküdar Sahili için tasarlanan hain planları... Hani önümüze geleninin 'vatan haini' diye gözünü oymak istiyoruz ya şu günlerde. Buyurun, "Vatan hainliği öyle olmaz, böyle olur, göz öyle oyulmaz böyle oyulur" diyor açıktan birileri. 'Tehlikenin farkında mısınız?' Ya da ne kadar farkındasınız? Biliyorum, yaşam kalitesinden tek anladıkları gideceği yere en kolay ve en hızlı şekilde ulaşmak olan birilerine yeşilden, doğadan, nefes almaktan söz etmek biraz komik kaçıyor ama ben yine de deneyeceğim şansımı.  Bir yılı aşkın bir süredir Üsküdar'da yaşıyorum. Yerlisi olarak bir tavsiyem var: Hafta sonu geldi mi, sahil boyunca oluşan o izbe kalabalığı bir an için sil hafızandan. Fırsatın varsa hafta içi, erken saatlerde hiç olmadı 10 dakikalık bir yürüyüş için düş yola. Ya da bir ya...

İKİMİZDEN BİRİ ÖLMEDİĞİ SÜRECE...

Resim
Babamın bir deyimi vardır, kafası çok dağınık olduğu zaman şöyle der, "Kafam at alıp eşek satıyor". :) Bu ara biraz öyleyim. Aklım da ruhum da bi dünya. Her yer her yerde. Neyi nereye koyduğumu bilmiyorum. Bulamadığımı nerede aramam gerektiğini de... Hayatım boyunca siyasetle çok haşır neşir olmadım ama hiçbir zaman apolitik de olamadım. Yine babamın sayesinde. Her gün mutlaka gazete okumayı ve o gazetenin ıncık cıncık her yerini okumayı babam öğretti bana. Kasten değil ama, görerek öğrenme diyelim. Her (şanslı) kız çocuğu gibi ben de babama hayrandım. O ne yapıyorsa aynısını taklit ediyordum. Karakterim bu kadar benzemeseydi belki daha mutlu bir insan olurdum o ayrı. Etkilenme eşiği yüksektir babamın. İyiliklerden de kötülüklerden de... E, bu da haliyle biraz yoruyor insanı. Her şeye bir anlam yükleme, her şeyin üstüne bir eğilme, bir bir şey işte... Halbuki ölüyü bile fazla kurcalayınca ne olduğunu biliyoruz hepimiz değil mi! :) İşte... Ne anlatacaktım ve bu yazı nereye ...

Rötarlı: Grinin Elli Tonu

Resim
-Akşam 'Grinin Elli Tonu'nu izlemeye gideceğim. +Sakın gitme. Berbat bir film. -Ama ben kitabını da okumadım. +Okuma zaten, kitabı da berbat. -Nasıl yani Zeynep Hanım! Bu kültürden tamamen mahrum mu kalayım? Bu diyalog film ilk çıktığı zaman bir kafede otururken yan masamda gelişmiş, ben de istem dışı olarak kulak misafiri olmuştum. Yakın zamana kadar ne filmi merak edip izledim, ne de kitabını okudum. Taa ki 'Karanlığın Elli Tonu'geliyor haberleri çıkana kadar. Birden o diyalog geldi aklıma. Güldüm, sonra elim bilgisayara gitti. Kadın haklıydı. Ne yani, bu kültürden tamamen mahrum mu kalacaktım. :) Ayıptır söylemesi, yine eşşekler gibi çalıştığım bir gecenin sonunda bilgisayarı kucağıma aldım, filmi açıp yatağıma uzandım. Algıda seçicilik işte. Daha ilk sahnede esas kızın esas oğlana röportaj için gitmesi bir hoşuma gitti. :) Sonra olaylar gelişti... İzlemeyenler için çok tüyo vermeyim diyeceğim ama zannetmiyorum. Bence en son bir ben kalmıştım, ben de vazifemi...

HEPİMİZ BİRDEN ÇILDIRABİLİRİZ GÖĞE BAKALIM

Resim
Herkes mi çıldırdı? Aklım almıyor. İki gündür patlayan Brad Pitt ile Angelina Jolie'nin boşanma haberleri üzerine sevinç nidası göstermeyen bir ben kaldım herhalde. İnstagram hesabımın ana sayfası "oh oldu" paylaşımlarından geçilmiyor. Aslında ilk soru onların derdi bizi niye geriyor olabilir ama bu artık abeste iştigalden başka bir şey değil. İlgilendiriyor işte yahu. Seni ilgilendirmiyorsa yanındakini, onu ilgilendirmiyorsa ötekini ilgilendiriyor. (İlgilendirmiyor diyen de yüzde doksan ihtimalle yalan söylüyor zaten.) Hepimizi ilgilendiriyor. En entellektüel duranımızı, en bir yerinden tüy aldırmayanımızı bile ilgilendiriyor. Açıktan değilse gizliden okuyor. Ama bu işin içine girdiğimden beri şuna eminim ki herkes şu ya da bu ölçüde magazin okuyor. Bunda anlaştıysak tepkilerin içeriğine giresim var hemen. Bir boşanma haberine niye herkes bu kadar sevinç gösterir. Kimse bu söylediğime cinsiyetçi bir yaklaşım, aman da ro ro ro diye atlamasın hemen. Başka bir şeyin altın...

'ÖNÜMÜZ TEMMUZ... ÖNÜMÜZ AĞUSTOS... NASIL OLSA'

Resim
Güzel yazılar okumak istiyorum... Denizden, kumdan, güneşli günlerden söz eden. Bir sahil kasabasını anlatan, en ince ayrıntısına kadar. Güneş en güzel nereden, kaçta doğup batıyor, sabah en taze, en güzel poğaçası hangi pastanede yenebiliyor, köşedeki bakkal Mahmut Efendi dükkanı kaçta açıp, kapıyor... Saat 22.00'den sonra gidene muzip muzip gülümseyerek iki tane bira veriyor mu? Sahilde insanlar yayılıp çekirdek çitlerken arkada iki köpeğin tatlı tatlı oynaştığı manzaralar gezinsin istiyorum sadece gözlerimin önünde. Bir yerlerden güzel müzik sesleri gelsin. Vivaldi çalsın evin birinde. Dört mevsimin resmini çizsin gözlerimizin önüne. Ya da Chopin. Saat sabah 07.00 suları olsun. Işık süzülürken bir yandan içeri, tatlı bir rüzgar odanın perdelerini havalandırsın... Öylece dalıp gideyim. Aklımdan hala okuyamadığım onlarca kitabın listesini yapayım. Gitmediğim, görmediğim ülkelerin hayalini kurayım. Aşık uyanayım her sabah. Bir insan yüzüne bakarak, her defasında o kaşın, o gözün ...